Anar'ın "Beş Katlı Evin Altıncı Katı" isimli bir eseri var malum...

Anar'ın "Beş Katlı Evin Altıncı Katı" isimli bir eseri var malum... Kitaba verdiği isim, beni hep derin
tefekkkürlerin kucağına fırlatan bir mancınık vazifesi görmüştür. Oktay Sinanoğlu'nun "Göçmen Hamamı"
isimli eseri keza...

Manyetik kutuptan daha hızlı kayan bir şirazenin, tutmaya çalıştığı sahifeler gibiyiz. Elektronik yalnızlığın,
mekanik silinişlere savrulması ancak atomize edilmiş bir hissiyat ikliminde başa gelebilir. Kimsecikler taş
atmasa da; varolmanın damıtılmış iksirini taşıyan fağfur kâse taşa gelebilir. Belki bu sebepten yırtılmış
gökyüzü! Evet! Bu sebepten gözbebeklerimize sökün ediyor feza...

Değişen dönüşür. Dönüşen elbet sendeler, muvazene kabiliyeti devre dışı kalır. Doğan boşluk eseri
oluşan yeri, mutlak başka bir şey alır. Yükselen, bir dem gelir kaçınılmaz biçimde alçalır. Alçaklara da kar
yağabilir, gecikmeli gelen zemheri ekspresinin efkârlı geçişinde. Belki buz tutar zaman had bildirmek
için... Sormayın! Bilmiyorum neden, niçin?

Orhun Yazıtları'nın bozkırın orta yerinde, söz isteyen talebe misali parmak kaldırışı beyhude olmamalı.
Yoksa Tonyukuk'un sesi, Süleymaniye avlusunda ne diye çınlasın? Sanırım Mimar Sinan'ın el almışlığı var,
taşa nasihat vuran Yoluğ Tegin'den!

Modernite... Meğer kurdu boğdurmakmış ite! Yoz koyunlardan mürekkep sürülere yaylalar neylesin?
Fırlatılıp atılan oklar, yaydan şikayetçi... Kocamış kısraklar, doğurduğu taydan şikayetçi... Ve düşüp duran
cemreler... Kafası bozuldukça tutulan aydan şikayetçi! Buruk bir sonbahar tadında bu hikâye... Kimbilir
hangi durakta unutuldu o aziz gâye?

Çelik-çomak oynuyor hasretler, her kadim eserin gölgesinde... Tesirini yitirmiş mi aceb göze gönle
değenler? Herdem dolgun başak mıdır boyun eğenler? Manasızlaşan ufukta doğan güneş midir? Bunca
yaldız, bunca parıltı neye âlâmet? Daralan mintan misali, zorlasan, yırtılacak ikâmet! Sıklet basmış, say ki
sis çökmüş su içilen dereler... İçi boşalmış her kelâm, işitilenler ezbereler!

Kat mâliki, beş katlı evin altıncı katına doğru çıkar mı? Yoksa bir zelzele herşeyi bir fiskede yıkar mı?
Çığlık, dağı taşı titretircesine duyumsuz. Gözler kaçamak, sözler kifayetsiz, mimikler hak getire, renkler
uyumsuz...

Kırk katır ile kırk satır arası... Yeni hâl, muhâl, küsürâtı gönül yarası! Hamama giren terlermiş derler de...
Bunalmaktan baygın düşene ne derler? Düşeni düşüren kim bilir belki de basiret sarası?

Köpüren bir sükût, el ense çekiyor akl-ı selime... Dil beğenmez olmuş artık her kelime! Sekerât halinden
tortular dökülürken elime... Yaradan'a dua dua sığınmaktan başka çare var mıdır? Ve o yakıcı sual dikilir
her köşe başında: Üzerinde serpildiğim zemin, yâr mıdır ağyâr mıdır?