Yeni yayınlanan “Maarif Davamız” (Dersler, Değerler ve Müfredat)  kitabımızı tanıtan bir yazı kaleme almak istiyordum.  Yazar ve kitap enflasyonu  yaşadığımız şu dönemde böyle bir kitabı yazmak ihtiyacı nereden doğdu?  Kitabı emsallerinden ayıran belirgin özellikler nelerdi? Kısacası, kitap hangi boşluğu doldurmak üzere kaleme alınmıştı?

Okuyuculardan yorumlar gelmeye başlayınca bu sorulara cevap veren bir yazı kaleme almak artık vacip oldu.  Kitap, hastalıklı eğitim dünyamıza reçete olmak üzere yılların birikimi ve emeği olarak doğmuştu. Baskı öncesi defalarca elden geçirilmişti. Acaba emekler yerini bulmuş muydu? 

Kendi düşüncelerimi zaten kitap önsözünde belirtmiştik.  Fakat asıl önemli olan okurların değerlendirmesi idi. Kitap, zihinlerde beklenen etkiyi yapacak ve dönüşüme yol açacak mıydı acaba? Beklenen buydu.

Derken, fikirlerine değer verdiğim arkadaşlardan aldığım yorumlar yeni kitabımızın hedefine ulaşacağına, eğitimde başucu rehber kitap haline geleceğine dair kanaatımı kuvvetlendirdi.

Hasan bey şunları yazıyordu:

"Değerli hocam Osman Çakmak beyin uzun zamandır okumak istediğim ancak bugüne nasip olan “Maarif Davamız” kitabını okumaya başladım. Sade, akıcı ve hikaye gibi bir üslup ile karşılaştım.

Osman beyin eğitime dair hayat hikayesinin, okul ve ders tecrübelerinin yer aldığı giriş kısmında sanki kendi hayatınızdan kesitleri okuyor gibi oluyor insan. Kısacası kitabı bir kere elinize alınca bir daha bırakamıyorsunuz. Verilen bilgiler tecrübe ve hatıralarla yoğrulmuş hap gibi komprime hulasa bilgiler.   

Eğitimde doğru soru sorma ve merakın önemine dair konuları hızla geçiyorsunuz. Öğrenmede sağ ve sol beyin farkı, nöronlar arasında sinaptik bağlanmalar,  duygular ve hipokampüs, eğitimde kuantum derken bir anda kitabın sonuna geliyorsunuz. Arı ve duru bir Türkçe; akıcı ve sürükleyici bir üslup…   

Bu kitabın yazarı başta Osman Çakmak hocama ve baskısını yapan Akıl Fikir yayınlarına teşekkür ediyor, eserlerinin devamını diliyorum.” (Hasan Akkaya)

Ülkemizin kitapları en çok okunan yazarlarından olan değerli dostum Halit Ertuğrul hoca da duygularını şöyle ifade etmiş:

Osman Bey Hocam!

Kitabınızı yeni bitirdim. Elinize sağlık.  Bir eğitimci olarak çok istifade ettim. Üniversitede öğrencilerimle paylaşacağım çok da notlar aldım. Eğitim ve kültür alanında yaşanan ana problemleri, eğitimde kimlik sorunlarını ele alış biçiminiz, çözüm yaklaşımlarınız ve sunduğumuz öneriler oldukça kıymetli.

Aslında böylesine güzel bir kitabın okullara ve kütüphanelere ulaştırılmasının bir yolu bulunmalı. Dar bir mecrada kalmamalı. Ayrıca sosyal medyada da daha fazla tanıtılabilmeli.

Rabbim size hayırlı uzun ömürler versin de böyle güzel hizmetlerde daim olasınız Yürekten tebrikler Hocam”.

Zahmet edip duygularını yazıya döken dostlarımıza teşekkür ediyoruz.  

Yukarıda gündeme getirdiğimiz sorulara dönersek… Kitap asıl değerini şuradan alıyor kanaatımca: Hâlihazır eğitimin sorunu insanda mevcut öğrenme enerjisini ve öğrenme gücünü harekete geçirmek yerine dumura uğratmasıdır. Bu kitap ise insanın kendini tanıması yolunda kişiye bir keşif yolculuğu imkanı sunuyor. İnsanda mevcut öğrenme enerji ve gücünü harekete geçirme yollarını gösteriyor. İnsanın kendinde mevcut kullanılmayan hatta üstü örtülen “hazineleri” kendisine gösteriyor. Öğrenme ile ilgili yalan yanlış kanaatlerden kurtulunca insan kendisinin hapsedildiği alandan kurtulduğunu hissediyor

Çoğu kitaplarda olduğu gibi problemlerin tespitlerin tespiti yapılıp, çözümsüz ortada kalmıyor; ilimden irfana giden yollar gösterilirken, taklit ve kopya metotlar yerine kendi yerli ve milli üstadlarımız gündeme geliyor ve onların çözümleri öne çıkıyor. Hemen herkesin görüntü-yansıma problemlere yöneldiği ve yöneltildiği şu karmaşa ortamında bu kitap üzeri ustaca kapatılmış ve hatta unutturulmuş gerçekleri gün yüzüne çıkarıyor.     

Kitapta,  Nurettin Topçu gibi Doğuyu da Batıyı da çok iyi bilen yerli üstadların geliştirdiği yerli modeller gündeme geliyor. Mevlana'dan Bediüzzaman'a kendi yerli dinamiklerimizin işaret ettiği ve uyguladığı eğitim model ve formüllere de dikkat çekiliyor.    

Çoğumuz eğitimle ilgili yanlış varsayımlara sahip olduğuna göre bu yanlış kanaatlerden kurtulmak ve öğrenme ile ilgili fabrika ayarlarımıza dönmek hepimiz için aslında bir vecibe. Asırlık yanlış kanaatlerden zihnimizi temizlemek için bu kitap bir antivirüs programı gibi görev yapabilir.

Her aile çocukları vesilesi ile eğitimle doğrudan alakadar bulunuyor.  Veli olarak ders çalışma ve öğrenme gerçeklerinden habersiz çocuklarımıza  “ders çalış” diye baskı yapmamız ne derece doğru?   

Farkında değiliz: Bizi malumatla ve sınavla kandırıyorlar. Sınavların böylesine hakim olduğu Türkiye gibi başka bir ülke var mı yeryüzünde bilmiyorum. Ülkemizde yanılgıların başında “bilgi” ve sınav konuları geliyor. Onun için bilginin mertebeleri ve bilgi felsefesi konuları bu kitabın ana temaları içinde yerini aldı. Kuantum öğrenme ve beyin - öğrenme gerçekleri gibi insanın nasıl öğrendiğine dair öğrenme gerçekleri kitabın ana konuları arasında yer aldı.

 İnsan hayvandan farklı olarak dünyaya bir eğitim ve öğrenme programı ile geliyor. Okullarda asıl öğretilmesi gerekenler; öğrenme ile ilgili “insani fabrika ayarlarının” korunmasına ve ilahi bir ihsan olan “öğrenme programının”  doğru bir şekilde çalıştırılmasına dair bilgiler olmalı. Ancak bu bilgiler verilmemektedir. Karmaşık bir makine ve cihaz için her daim bir kılavuz el kitabına ihtiyaç olduğu gibi,  hepimiz için de bir öğrenme el kitabına ihtiyaç bulunuyor.   Bu kitap okulda verilmeyeni vermek ve bu boşluğu doldurmak için yazıldı. Evet, eğitim şart. Hem de beşikten mezara kadar.  Ama ne varki zihnimiz çöp kutusu değil ki kafaya ne işe yaradığını bilmediğimiz ve hayatta kullanmayacağımız malayani şeylerle dolduralım.

Bilgi kirliliği ve bombardımanı karşısında çocuklarımızı ve kendimizi koruyacağımız en önemli sığınak evimiz. Evlerimizi birer okul haline getirebilir miyiz? Bu kitap evi okul haline nasıl getirebiliriz konularını da enine boyuna tartışıyor. Üstelik anlatımlar teorik mülahazalarda kalmıyor. Hep tecrübelerle destekleniyor. Hulasa, kitap muallimlik/eğitimcilik rolümüzü geliştirebileceğimize dair kendimize güven veriyor;    akvaryum darlığında kalan fikirlerimizi okyanus enginliğine kavuşturuyor. 

Kitap çok yönden hastalıklı milli eğitim yapımız için reçete niteliği taşıyor aynı zamanda. Bu sebeple, kitabın ilgili ve yetkililere ulaştırılması için elimizden geleni yapıyoruz. Sizlerin de kitabın ilgililere ulaştırılması konusunda katkı sunacağınıza inanıyorum. 

Evet, bu kitap Milli Eğitim dünyamız üzerine oynanan oyunları deşifre ediyor. Asırlık planların perde arkasını gösteriyor. Ülkemiz ve insanımız çözümsüzlüğe nasıl mahkum edildi? Gizli yürütülen eğitimle cahilleştirme programının arkasında kimler var? Fullbright anlaşması hangi perdeler arkasında; hangi yasaların teminatında ve hangi güç odaklarınca nasıl yürütülüyor? Tevhid-i Tedrisat’ın amacı nedir? Kitap bu ve benzeri sorulara da cevap veriyor.

Zannedildiği gibi, MEB ve/veya YÖK makamlarına uygun isimlerin gelmesi ile tepeden yapılacak düzenlemelerle eğitim problemleri çözüm bulmuyor. Topyekûn bir harekete ihtiyaç var ve konuya bir dava halinde sahip çıkılması elzem. Onun için kitabın adı “Maarif Davamız” oldu.

Münferit çözümlerle yola çıkıldığında en başta çoğu aydınlar ve yanıltılmış kamuoyu karşı duracaktır. Dahası eğitim rant haline geldiği için bu ranttan nemalanan kesimler, mesela teste dayalı eğitim ve yayıncılık dünyası gerçek çözümlerin karşısına çıkacaktır. Gerçek çözümlerden habersiz yetkililer ise ilgili odaklarca kendilerine çözüm diye sunulan yalancı reçetelerle oyalanacaktır.    

Yazımızı burada bitiriyoruz. Kitap Önsözü, kitap hakkında daha kapsayıcı ve öz bilgi sunduğuna göre önsözü buraya alıyorum. Kitabın arka sayfasında da kitabı tanıtıcı kısa bir açıklama bulunuyor.  Bu vesileyle kitabı kapak sayfası ve bu açıklama ile tanımak için yayınevi tanıtım adresini veriyorum. Buradan kitap hakkında (okuyanlar için)   yorum yazmak ve kitabı sipariş etmek de mümkün.

https://www.akilfikiryayinlari.com/maarif-davamiz

Maarif Davamız Kitabı Önsözü

“En yalın ifade ile tanıtmak istersek, bu kitap öğrenmeye dair  “fabrika ayarlarımızı” anlatıyor.  Hepimizin merak ettiği bir konu şu değil mi?  Dünyaya bir “öğrenme programı” ile geliyoruz. Peki, “kullanıcı el kitabımız” nerede?

Kitap bir yönü ile kapsamlı bir kullanıcı el kitabı niteliği taşıyor. Beynin nasıl öğrendiğine dair beyin–öğrenme gerçekleri kitapta kapsamlı bir şekilde yer almaktadır. Beynin nasıl öğrendiğini öğrenmek, aslında fabrika ayarlarımızı öğrenmek demektir. Ülkemiz okullarında uygulanan eğitim, genelde sol beyin aktivitesinden ibaret kalıyor.  Tek kanatlı bir kuş uçamadığı gibi,  tek beyin yarım küresini kullanan eğitim de eğitmemektedir. Her iki beyin lobunu öğrenme faaliyetine dâhil ettiğimizde iki kanatlı hale geliyoruz. Yani uçuşa geçiyoruz.  

Düşünün ki siz bir öğrenme mekanizması ile donatıldığınızı bilmiyorsunuz, beynin nasıl öğrendiğinin farkında değilsiniz, bilgi ve eğitimin ne anlama geldiğinin şuuruna varmamışsınız; beyni boş bir kutu zannediyorsunuz ve bu boş kutuya sürekli bilgi yığıyorsunuz.

Ülkemizde yanılgıların başında “bilgi” ve sınav konuları gelir. Bilginin mertebeleri ve bilgi felsefesi konuları da bu kitabın ana temaları arasında yer almaktadır. Bildiğimiz şeyleri mümkün olduğunca şuur mertebesine çıkarabiliyor ve  “açıklayabiliyor muyuz?  Her öğrendiğimiz şeyi niçin öğrendiğimizi, hayattaki karşılığını ve ne işe yaradığını da biliyor muyuz?   

Malumata karşı edilgen iseniz, sadece alıcı durumdaysanız, tepkisel (şartlanmaya dayalı öğrenme)  onca istenmeyen yan ürünleri ile başınıza bela olur. 

Öğrenmenin tabiatına dair konular da değişik boyutları ile bu kitapta bir araya geldi. Öğrenmenin esrarına dair konuları, hızlı ve kalıcı öğrenmenin sırlarını bir araya toplayan rehber bir kitap ortaya çıktı. Bilindiği gibi tüm bilgilerin modası geçiyor. Modası geçmeyen bir şey varsa o da öğrenmenin yollarını bilmektir. 

Şuur ve düşüncenin tabiatı üzerine yürütülen araştırmalar düşüncelerin etkileme kapasitesini gösteriyor. Taşıdığımız her düşünce değişime sebep olabilen bir tür enerjiyi ifade eder.  Niyetlerimiz ve bakışımız belirleyici olmaktadır.  Aldığımız talim terbiye bize doğru bir niyet ve bakış açısı (nazar) kazandırıyor mu?  Evet, beyin temelli öğrenme gibi kuantum öğrenme de fıtratta var olan öğrenme gerçeklerini gün yüzüne çıkarıyor. Bizi materyalist ve kaba anlayış yerine manevi temelli, bütüncül,  nuraniyet kanunlarının hâkim olduğu esnek-geniş bir öğrenme ortamı ile buluşturuyor.  Değişik yönleri ile ele aldığımız mevzulardan birisi de kuantum öğrenme ile ortaya çıkan yeni öğrenme imkân ve ufukları oldu.

Problemlere çözüm ararken örnek modeller için her seferinde Batıya bakılır. Yerli örneklere hep sırt çevrilir.  Biz ise yazılarımızda dikkatleri her seferinde kendi dinamiklerimize ve kendi modellerimize çevirdik. Yerli eğitim modelleri ve yerli örnekler üzerinde durduk.   

Cumhuriyet’in ilk yıllarında Tevhidi Tedrisat yani eğitimin bütünlüğü kanunuyla tüm öğretim kurumları tek çatı altında toplanmıştı. MEB’in tek patron olması en büyük bir yanlışlıktı. Tevhidi tedrisat gibi uygulamalarla ve bu amaçla çıkarılan kanunlarla esasen eğitimin halka mal olmasının önüne geçilmişti.

“Eğitim” ve “zorunlu” kelimesinin yan yana getirilmesi kadar yanlış ne olabilir?  Müfredat üzerindeki tekelci yapının kalkması halinde kendimize ait özgün modelleri hayata geçirme şansı ortaya çıkacaktır. Yerli talim ve terbiye modelleri hiç gündemde olmadıysa sebebi Tevhidi Tedrisat ile ilgili yasalar ve yasalarla ortaya çıkan müfredat tekelidir. Hâlbuki insanımıza güvenilseydi, çözümün bir parçası olacak imkânlar verilseydi, yani müfredat tekelinden vazgeçilseydi, bırakılsaydı, Nizamü’l-Mülk ve İbni Haldun’dan Gazali’ye, Ahmet Yesevi’den Geylani’ye, Bediüzzaman’a kadar nice ekoller hayat bulacaktı. Bin yıldır ülkeye âlim, ârif ve hâkim insanlar yetiştiren ecdadımızın büyük bir muvaffakiyetle uyguladıkları okul sistemleri, çağın gerekleri ile birleşerek yeniden arz-ı endam edecekti.

Okullarımızın, kendini besleyen kaynaklarına dönmesi,  köklerini bularak ruhuna/manaya kavuşmasının kısa ve kestirme bir yolu varsa o da eğitim üzerinde devlet tekelinin kaldırılması ve talim ve terbiyenin topyekûn topluma mal olmasıdır; kendi maarif dünyamızın ihyasıdır.

Kitabımızda kendi üstadlarımızın maarif modellerine de yer verildi. Nurettin Topçu’nun maarif düşüncelerini geniş bir yazıda özetledik. Nurettin Topçu kendisini Türkiye’nin Maarif davasına vakfeden, Doğu’yu da Batı’yı çok iyi bilen, Türkiye’nin hastalıklı talim terbiye yapısına bir hekim gibi tedaviler sunan büyük bir eğitim filozofu idi.       

Milli Eğitim sistemini yapboz sil baştan uygulamalarına dönüştüren kök ve kaynak sorunlar değişik yönleri ile tartışıldı.  Milli eğitimde “sömürü düzeninin”  arkasında kimlerin yer aldığı ve hangi vasıtaları kullandıkları sistemin gizli sahiplerine dikkat çekildi.  Sistemin görünmeyen arka yüzü ile görünen yüzü ayrı tablolar halinde sunuldu. Bunların yanında muhtevasından burada bahsetmediğimiz diğer konular da var. 

Kitabın en ilgi çekecek bölümlerinden birisi ise ilk konular arasında yer alan “Hayatım ve Hatıralarım” başlıklı yazımız olduğunu düşünüyorum. Şunu açık bir şekilde söyleyebilirim ki bu kitapta yaşadıklarımızı, tecrübe ettiklerimizi ve gözlemlerimizi yazdım. Kitap muhtevası olarak yer alanlar, defalarca elekten ve ön incelemeden geçirilmiş fikir ve görüşlerdir. 

Eğitim üzerine gerçeklerin karartıldığı bir çağda yaşıyoruz.  Bu sadece ülkemizde değil dünya çapında bir uygulama.   John Taylor Gatto’nun “Bir Kitle İmha Silahı. Zorunlu Eğitimin Karanlık Dünyasında Bir Yolculuk” kitabında eğitimin nasıl bir kitle imha silahı haline getirildiği anlatılmaktadır.

Önsözde kitabın öğrenmeyi öğrenmeye ve eğitimde “fabrika ayarlarımız” üzerine muhtevasından söz ettik. Hâlbuki bu muhteva yanında kitap boyunca şu soruların cevabı arandı:  Eğitim nasıl ve hangi metotlarla ruhtan ve özden mahrum hale getirildi?  Bunun ülkemize faturası ve maliyeti ne oldu? Bu sorulara dair muhtevayı önsözden sonraki ilk yazıda ele alınmaktadır. Geliştirmekte olduğumuz kendi kavramlarımıza dayalı eğitim modelini kısaca tanıtmaya çalıştık. Dolayısıyla okuyucu sadece bu yazıyı değil, bundan sonraki iki yazıyı da önsöz niyetine okuyabilir. Ondan sonra gelen yazı ise kanaatimce kitabın en can alıcı bir bölümünü teşkil ediyor.  O bölümde kendi yaşadığımız eğitimi ve eğitim tecrübelerimizi anlattım. Talim, terbiye ve tedris/derslere dair kendi “keşif” ve anılarımızı konu ettik.  Keyifli ve feyizli, bereketli okumalar dileği ile…