Büyüme…

Neye göre? Kime göre?

Çokluk içine gizli bir yokluk koşarak geliyor. Omuz atıp devireceği kalabalıklar içinde gezinip duruyoruz. Hamd ve şükür, dilde eksik değil lakin bu işte bir tuhaflık var.

Büyüme…

Cevapların kıtlığına nazire eden sualler, gün batımında uzayan gölgeler misali büyüyor. Değer kavramının değeri git gide düşerken, fiyatı olmayan hiçbir şey kalmayacak mı? Doksan dokuz basamaklı merdivene dizilmiş seyreyleyenler, ne kadar üst basamakta duruyor olsa da bu kırıcı rüzgârdan nasibini almayacak mı?

Büyüme…

Büyüyerek küçülmek bizim ki! Mini minnacık, ufacık, çıtı pıtı hale tekâmül ediyoruz. Şirinliğimizin(!) sırrı da burada sanırım. Madde medeniyetine sayı tuşu ile yenilmişiz düpedüz! Âh batmaya yeltenen hayal, son demlerinde keyfince yüz! Hem alın teri, değil mi bundan sonra epeyce bir müddet öksüz?

Büyüme…

Sızlanışları paylanan bir çocuk gibi, payımıza düşen sükût ağlamaklı. Ferda kaygısından değil, ayağımıza dolaşan hinlik yaygısından ötürü sendeliyoruz. Sendelediğimizi söylüyoruz ya! Dışarıdan seyredenlere göre enikonu düşüyoruz. Kesin! Kurmacaların hararetinde çılgınca üşüyoruz.

 Büyüme…

Büyülü rakamlar, baş döndüren bir sürat, hacmi kendinden menkul yoksunlukla tütsülenmiş bir tablo asılı duvarda. Asılı olması, aslı olması mecburiyeti getirmiyor. Üstelik! Hayatımızı kodladığımız bütün rakamlar hovarda. Tutmayan, tutulmayan, bıraktığı izlerden ötürü unutulmayan. Telafisi olmayan bir tereddi çörekleniverir göğsümüze. Her halükârda!

Büyüme…

Muktesit olmaya forsa yazılmış adımız. Forsa olmaya itiraz etsen, et tabi ki de etmenin bir kıymet-i harbiyesi varsa? Bu acayip alışverişin orta yerinde, ya bütün mevzu boydan boya şivekârsa? Havaic-i asliyye semtinin sakinleri bir bir göç ederken turnalar misali; şâkülü kayan binamız, metrukça türküler söyledi söyleyecek! Hakikaten…  Yanı başımızda hoyratça büyüyen meşakkati kim eyleyecek?

Büyüme…

Keskin, hırçın ve umarsız! Ve dahi arsız! Genleşen dertlerin hacmine kapılmadan, alabildiğine dik! Dönüp dururken şuursuzca yine en başa geldik. Kelime oyunlarında ferahlık aranırken, sıcak duvara sürtünen sarman misali; aynalarda kendi kendimizin aklını çeldik. Şimdi çelik çomak oynayarak avunmaktan medet umuyoruz. İtiraf edelim: Hem göz hem söz yumuyoruz.

 Büyüme…

Evet büyüme! Olduğun gibi kal daha iyi! Mevziiyi müdafaa ediyor olmanın zaaf olduğu zannı büyük bir tuzak! Akıntı kavi, kıyı göründüğünden çok daha uzak. Kabul etsek de etmesek de! Buz tutmuş bu zeminde, her vasıta koşulsuz kızak!

Büyüme…

Kime göre? Neye göre?

Sualler beyhude… Yanıyor koca küre!

Manzara, siyah beyaz televizyon dönemlerindeki kopmuş yayınlar gibi; baktığımız her yeri, arıza halinin nişânesi “Necefli Maşrapa” süsleyecek uzunca bir süre!