Helal lokma yemek, yedirmek büyük mesele! Gömleğin ilk düğmesi hükmünde vesselam! Haram, boğazdan geçmeye görsün; bir daha dikiş tutmaz, doğru, iyi ve güzele dair ne varsa. Yapmaya yeltenilen her şey yıkılır için için... Peki, bu umarsızlık niye, niçin?
Sanırım ciddi bir helal problemi var birkaç asırdır sırtımızda... Çöküş hikâyemizin tahlilinde; helali öteleyip, harama yol verişimiz çıkarsa karşımıza şaşırmamalı! Bereketin, manevi coğrafyamızdan hicret etmesini nasıl açıklayabiliriz ki? Atılan taşların ürkütülen kuşlara değmemesi bu sebepten zahir! Çözülen birlikteliğimizin, hesabi hunharlığımızın, yalanı sıradan kabul edişimizin ve “gemisini yürüten kaptan” kabulünün ardında hep bu helal problemi var.
Ağaçların sonbaharda yaprak dökmesi, ilkbaharda yeniden uyanmak üzere bir mola iken; vakitsiz dökülen yapraklar bir tükeniş yahut bir bitiş ikazı değil mi? İşte biz zamansız yaprak döken, sürgünleri kurumaya yüz tutan bir ağaç misali sallantıdayız. Fıtrata mugayir hallerimiz, tükenişin çarklarını hızlandırıyor. Helal kaygısı (kapitalist iştiyakla sertifikalandırılmışlığı kast etmiyorum!) gütmediğimiz için her şey haram oluyor acı bir şekilde... Alev ALATLI’nın, bir konuşmasında dikkat çektiği, helal-yasal mevzuunu tekrar hatırlamak farz bu noktada.
Nesil, isyanın doruklarında saçlarını savururken, ayaklarının altında neleri çiğnediğini bilmiyorsa...
Ebeveynler, kifayetsiz kaldıkları yerde faturayı alakasız yerlere keserek sıyrılmaya kalkıyorsa...
Meslek erbabı, işinin hakkını vermek yerine, neresinden nasıl kırpacağını düşünerek, günü kurtarmak telaşını esas haline getiriyorsa...
Ve bütün cemiyet... Benden sonrası tufan psikozunda, bencilliğe rahmet(!) okutuyorsa... Kutuplaşmadan şikâyet etme hakkımız var mı?
Helalin filizlenmediği yerde, nifakın çalıları kaplamaz mı gönül bağlarını? Şüphenin pusu, zapt etmez mi itimat dağlarını? Nizanın, beşikten eşiğe kadar binbir yüzü görülmez mi? İtimadın aynasında, “göründüğü gibi olup, olduğu gibi görünme” düsturunu hayata geçiren sır kazınmaya başlamışsa… Ölmüşlerine değişmez mi insan, eldeki sağlarını?
Hayatımızın, helal ultrasonuyla bir filmini çekmek lazım önce! Haramileşmemizin önünü kesmek için ilk şart bu sanırım.
Çünkü insan kendini kandıramaz!
Rahmetli Abdurrahim KARAKOÇ üstadın nasihatiyle perçinleyelim meramımızı:
Gölgesinde otur amma
Yaprak senden incinmesin.
Temizlen de gir mezara
Toprak senden incinmesin.
Yollar uzun, yollar ince
Yol kısalır aşk gelince
Yat kurban ol İsmail’ce
Bıçak senden incinmesin.
Burdayım de ararlarsa
Doğru söyle sorarlarsa
Tabutuna sararlarsa
Bayrak senden incinmesin.
İl göçsün göçtüğün vakit
Yol yansın geçtiğin vakit
Suyundan içtiğin vakit
Kaynak senden incinmesin.
Toz konmasın sakın sana
Hakkı geçer halkın sana
Gücenmesin yakın sana
Uzak senden incinmesin.