Şeyh Muhyiddin, yanlış düşüncelerden bahsederken sahiplerini zikretmez. Doğru düşünceleri ise, sahiplerinin ismini zikrederek alıntılar.

İlk tutumu, kendisini, başkalarının yanlışlarını düzeltmeye memur görmemesinden, ikinci tutumu ise Müslüman mütefekkirlerin doğrularını teyit etmekle yükümlü addetmesinden kaynaklanır.

Böylece yanlışın suretini, sahipsizliği nedeniyle daha baştan silikleştirirken, doğrunun suretini sahibinin suretine bitiştirerek, onu çift bir suretle takdim eder ki, bu sayede naklettiği doğruyu, söylenenin gücüyle söyleyenin yetkinliği arasındaki taksimde tahkim etmiş olur.

İstitareden yaptığımız bu tespitten sonra, gelelim Ekrem Demirli çevirisiyle Fütûhât-ı Mekkiyye’den (FM) seçtiğimiz sözlerin beşincisine.

Diyor ki Şeyh Muhyiddin:

“Tövbenin tanımı, bulunulan halde ezikliği terk etmek, kaçmış olana pişmanlık ve yüz çevirdiğine bir daha dönmemeye karar vermektir. (...) Yararı ise pişmanlığın geçmiş şeyi onarmasıdır. (...) Pişmanlık, günahı akılda tutmakla mümkün olabilir. Bu günah kişi ile kaçırdığı emre itaatin arasında bir engeldir. Duruluk esnasında sıkıntıyı hatırlamak bir sıkıntıdır. Öyleyse günahı unutmak gerekir. (...) Tövbe dönmeye azmetmek değil, bir itiraf ve duadır. (...) Kul bir günah işler ve günahı bağışlayan ya da cezalandıran bir rabbi olduğunu hatırlar.” (FM, 7:93, 95, 100)

“İlahi izin, ilahi emirdir.” (FM, 7:101)

“Mücahede bir haldir amel değildir. Haller verilmiş, ameller kazanılmıştır.” (FM, 7:109)

“Bilmediğini bilmeyen kimse iki cehaletin sahibiyken, bilmediğini bilen kişi, tek bir cehalet sahibidir.” (FM, 7:129)

“Nitelik, isim ve zamir arasında ara bir şeydir.” (FM, 7:143)

“Her amel kendi hakikat ve yoluna göre bir sonuç oluşturur.” (FM, 7:163)

“Sünnetler akli delillerdir, çünkü onlar bir takım yollardır. Farzlar ise kendisine ve yaratıklarına göre Hakk’ın durumunu bildiren şeri’i bilgilerdir.” (FM, 7:190)

“Sözlükte vera, sakınmak demektir. Şeriatta ise -helalden değil- haram ve kuşkudan sakınmaktır. ‘Sana kuşku vereni vermeyen bırak.’ – Hadis.” (FM, 7:191)

“Korku, mazi olmuş sebebin yitirilmesi nedeniyle, geleceğin yitirilmesine dönüktür.” ((FM, 7:223)

“Hüzün, aşırı zoruluk ve güçlük anlamındaki ‘hazn’ kelimesinden türetilmiştir. Adamda ‘huzune’ huylarındaki zorluktur. Hüzün yitirilen şey hakkında olabilir. Yitirilen mazi geri dönmez, benzeri döner. Döndüğünde ise, bilfiil bulunduğu kimse, yitirilmiş ve geçmiş olan benzerini hatırlar. Bu hatırlama ise, özellikle nefesleri gözetmek isteyen kimsede olmak üzere kulun kalbinde bir üzüntü meydana getirir. (...) Dolayısıyla yitirmek kaçınılmaz olduğu gibi hüzün zorunludur.” (FM, 7223-224)

“Hadis: İki kişi doymaz; dünyayı talep eden kimse ve bilgiyi talep eden kimse.” (FM, 7:252)

“Tevekkül, alemde kurulmuş olan ve nefislerin kendilerine eğilme özelliğine sahip sebeplerin yoksunluğundan sıkıntı duymadan kalbin Allah’a itaat etmesi demektir. Böyle bir durumda sıkıntı duyarsa tevekkül sahibi değildir.” (FM, 7:264)

“Doğruluk bir iddia taşır. (...) Doğruluk özü gereği etkindir.” (FM, 7:330-331)

“Hakikatler, kendi alanlarında akar. Her hakikatin kendinde bir mutlaklığı vardır.” (FM, 8:13)

“Edepli insan hikmet ehlidir. Edep, bütün iyiliklerin ve vesilelerin toplamı.” (FM, 8:69)

“Edep, başkayı dikkate almak demektir.” (FM, 8:74)

“Vekil, kendisini vekil yapan üzerinde hüküm vermez. O vekil edildiği kimseler üzerinde hüküm verebilir.” (FM, 8:87)

“Eşyayı zatıyla bilmediği sürece kimse adına bilgi gerçekleşmez.” (FM, 8:106)

“Hikmetin gereği en zayıfı dikkate almaktır. (FM, 8:127)

“Sevgi, varlığın aslıdır.” (FM, 8:172)

“Kulak bazen gözden önce aşka düşer.” (FM, 8:173)

“Sevgi, iradenin özel bir ilişme tarzıdır.” (FM, 8:183)

“Şehvet doymaz, çünkü o süresi bitmeyen bir surettir.” (FM, 8:295)

“Özlem, zevk bilgisidir ve özlem duyan herkes onu kendinden bilir.” (FM, 8:296)

“Hakk’ın kalpte bulunması, sadece edepliler içindir.” (FM, 8:300)

“Adamlar hakikat ile tanınır, yoksa hakikat onlarla tanınmaz.” (FM, 8:300)

“İstidat, hayat ile ortaya çıktığında, kendisini kabul edene göre tezahür eder.” (FM, 8:329)

“Bakış, bakılanın değişmesiyle değişir.” (FM, 8:354)

“Mekan, her yerde rahmettir.” (FM, 8:354)

“Değişme, bir intikaldir.” (FM, 8:354)

“Bilginin (kendisi) değil, bilginin ilgisi yenilenir.” (FM, 9:20)

“Doğa, her zaman itidal üzeredir.” (FM, 9:71)

“Yaratılma, itidal varken mümkün değildir.” (FM, 9:92)

“Kuşkuyu ortadan kaldıran her rivayet, nakil yönünden zayıf olsa bile sahihtir.” (FM, 9:223)

”Nefs, doğası gereği artışı sever.” (FM, 9:232)