Geçmişte Müslüman hastalar, inançlarının bir gereği olarak hem tedbir, hem tedavi, hem de tevekkül konusunda belki de seküler/çoğulcu bir toplumda yaşayan şimdiki modern Müslümanlara göre daha bilinçli oldukları için, kurumsal ve profesyonel anlamda manevî teselliye ihtiyaç duymamış olabilir. Ama bu çağda özellikle Korona virüsün yayıldığı bu dönemde insanlığın kadim sorununa, eski bir soruya ve yeni ortaya çıkan sorulara yeni cevaplar veren Hastalar Risalesine ihtiyaç vardır. 20 Ekim 2012 tarihinde İstanbul’da Hastalar Risalesi ekseninde Manevî Bakım olarak ilk kez “Hastalık ve Hastalar Çalıştayı” tertiplenmişti. Bizim de bir sunucu olarak katıldığımız bu çalıştayda Prof. Dr. Nevzat Tarhan, Said Nursi’nin hastalık algısını değiştirdiğine dair çok anlamlı bir tebliğde bulunmuştu. Muhterem hocamızın bu tebliğinden sizlere bugün teselli değeri olacağını düşündüğüm bazı tespitlerini aktaracağım:

Said Nursi’ye göre içinde bulunduğumuz çağın en büyük manevî hastalıkların başında dünyevilik ve sekülarizm gelmektedir. O, bu durumu şu şekilde açıklar:

“Bu asrın hayat-ı insaniye, hususan hayat-ı içtimaiyesi öyle dehşetli, fakat cazibeli ve elîm, fakat meraklı bir vaziyet almış ki, insanın ulvî latifelerini, kalp ve aklını nefs-i emmarenin arkasına düşürüp pervane gibi o fitne ateşlerine düşürttürüyor.” (Tarihçe-i Hayat)

Bu dehşet verici akım, Allah’ı, kaderi, ahireti unutturmayı ve kişiyi kendinden yabancılaştırmayı sağlayan materyalizm ve modernizmdir. Müslümanlar dahî dünyaya gereğinden fazla ilgi duyması ile birlikte kalplerinde ne yazık ki ahiret sevgisi yerine dünya sevgisi ağır basmaktadır. Kıyamete yakın tedavisi (henüz) mümkün görünmeyen hastalıklar gibi artan değişik musibetler karşısında dünyevileşmenin bir sonucu olarak gaflet virüsü de yaygınlaşmış durumdadır. Materyalist zihniyete göre tıp eğitimi alan hekimlerimiz, Korona virüsün ortaya çıkması karşısında semavî ikazları göremedikleri için, hastalarına tam anlamıyla tıbbî çare bulmak bir yana teselli vermekte de aciz kalmaktadır.

Halbuki Hastalar Risalesi, psikiyatride kullanılan “farkındalık” durumuna manevî yönden vurgu yapmaktadır. Psikiyatristler, bir hastada “realite körlüğü” var mıdır yok mudur diye bakar, yani hastalığı ile ilgili gerçek durumu hakkında bir iç görüşü var mıdır konusuna önem verir ve farkındalık tarzında bir çalışma yapar. Pozitif psikoloji eğitiminde buna “öz bilinç“ denir yani kişinin kendisini bilmesi. Said Nursi ise eserinde hastalara yönelik farkındalık/öz bilinç çalışmasını çok ustaca yapmaktadır. Şöyle ki insanda gaflet konusu üzerinden yoğunlaşarak, gaflete karşı fıtrata uygun etkili bir manevî farkındalık sürecini başlatmaktadır.

“Hem hastalık insandaki aczini, zaafını ihsas eder. O aczin lisanıyla ve zaafın diliyle halen ve kalen bir dua ettirir. Cenab-ı Hak, insana hadsiz bir acz ve nihayetsiz bir zaaf vermiş tâ ki daimî bir surette dergâh-ı İlahiyeye iltica edip niyaz etsin, dua etsin. “Eğer duanız olmazsa ne ehemmiyetiniz var?” âyetin sırrıyla insanın hikmet-i hilkati ve sebeb-i kıymeti olan samimi dua ve niyazın bir sebebi hastalık olduğundan, bu nokta-i nazardan şekva değil, Allah’a şükür etmek ve hastalığın açtığı dua musluğunu, âfiyeti kesbetmekle kapamamak gerektir.”

Said Nursi, bu ifadeleriyle musibet gibi algılanan hastalığın aslında insana kalbini dünyadan Allah’a yöneltmek için, manevî bir fırsat olduğunu dillendirmektedir. Musibetlerin, zannedildiğinin tam aksine en az iki faydası vardır: Birisi, insanı günahlarından arındırır; ikincisi manevî makamını yükseltir. Yeter ki insan, buna kalben inansın, ibadet ve dualarıyla tevekkül, teslimiyet ve sabır kapılarını aralasın. Kişiye, hastalık öncesi bu farkındalık bilinci verilirse ve hasta da manevî farkındalık inancı ile tedaviyi kabul ettiğinde gayri ihtiyari olarak bağışıklık sistemi de güçlenmeye başlıyor. İşte Hastalar Risalesi de kişinin hastalığı ile barışmasını sağlıyor. Hastalıklarla barışık olmak demek, menfi gibi görünen bir olayın ibadete dönüşmesi demektir. Bu manevî yaklaşım ile hastalık, ibadet hükmüne geçer ve meyevedar olur yani insandaki ümidi ayakta tutar. Bunun için sadece sabır ve şükür gerekir.

Tamamlayıcı tıp araştırmaları, bağışıklık sistemi ile ümidin ayakta tutulması ve iyileşme beklentisi ve ümit duygusunun hastalığı iyileştirmesi ile ilgili müspet ilişkinin varlığını teyit etmektedir. Hastalar Risalesi tam da bu etkiyi sağlamaktadır. Bugün tıp, kendi alanında bu eksikliği gördüğü için, sadece klâsik anlamda tedavi ile uğraşmamakta aynı zamanda “dokulara saygılı hekimlik” veya “KALBE DOKUNAN HEKİMLİK” anlayışını da benimsemektedir. Psikiyatride bu yaklaşım, “pozitif psikoloji” olarak tanımlanmaktadır. Kişinin bağışıklık sistemini güçlendiren manevî terapi yöntemleri de bütüncül sağlık hizmetleri olarak artık kabul görmekte ve böylece kişinin hastalığı kendi kendine yenmesi sağlanmaktadır.

Manevî yönden güçlü olan hastalar, stres yönetimini daha kolay yönetebilmektedir. O halde hekimlerimiz, hastalarımıza manevî telkinde de bulunabilecek bir donanıma sahip olmalıdır. İşte Koronavirüs ile mücadelede devreye giren bilim kuruluna mensup değerli hekimlerimiz, daha önceden böyle bir manevî eğitim almadıkları ve hastalığın/musibetin manevî perde arkasını bilmedikleri için, maalesef hastalarına manevî telkinde bulunamamaktadır. Onun için hastalarda ve henüz hasta olmayanlarda son dönemlerde anksiyete ve davranış bozuklukları görüldüğünden dolayı, yeni oluşturulacak TOPLUM BİLİMLERİ KURULU’nda din sosyologları ve din psikologları da yer alacaktır. Umarım yeni bilim kurulunda yer alacak olan değerli bilim insanlarımız, şu anda acilen ihtiyaç duyulan MANEVÎ SOSYAL HİZMET ve MANEVÎ BAKIM alanında bilgi ve tecrübe sahibidir. Umarım hastanelerimizde hastalarımıza ve hasta yakınlarına iyileşme beklentisini ve ümit duygusunu veren, manevî ve sosyal hayata tutmasını tavsiye eden inançlı hekimlerimiz ve profesyonel manevî destek elemanlarımız biran evvel istihdam edilir.