Odasında oturup ahkam kesen bir yazar, merhum Yavuz Bahadıroğlu'nun cenazesine Diyanet İşleri Başkanı ve Cumhurbaşkanı'nın katılmasını bir türlü hazmedememiş olmalı ki, tarihi roman kahramanlarına bir saldırı başlatmış. Tıpkı yüzyıllar öncesinde Don Kişot'un yel değirmenlerine saldırması gibi. Aslında bu yazı dikkatli bir şekilde okunduğunda gerçek hedefin tarihi roman kahramanları değil, şanlı tarihimizin bizzat kendisi olduğu çok açık bir şekilde anlaşılıyor. Fakat buna cesaret edemeyenlerin her zaman kullandığı metod, kişiler üzerinden kavramları ve manevi değerleri eleştirmektir.

Bugüne kadar medyada yer alan hiçbir yazıya cevap verme veya eleştirme âdetim olmamasına rağmen, hem merhum Bahadıroğlu'na hem de tarihi roman kahramanlarına yapılan bu çirkin saldırıya duyarsız kalmanın doğru olmayacağını düşündüm. Hasbelkader üç beş tarihi roman yazmanın ötesinde, çok iyi bir okuyucu olduğumu düşünüyorum. Merhum Bahadıroğlu'nun 50 yıl önce yayınlanan Sunguroğlu romanını daha basılmadan okuduğumu söylersem, mübalağa ettiğimi düşünmeyin sakın. Merhum tarihçi üstad Mehmet Niyazi Özdemir’in bütün tarihi romanlarını yayınlandığında hemen okuyup, kendisiyle de kitapları hakkında defalarca sohbet etmiştim.

Tarihi; geçmiş olayların dar kalıplarına sıkıştırıp hatta neredeyse masal gibi göstermeye çalışanların gayesi, onun dayandığı manevi ve fikri temellerin bugünün insanlarına ulaşmasını engellemektir. Daha açık ifade etmek gerekirse, din, inanç, tarih, güzel sanatlar, gelenek ve görenekleri içine alan tüm kültürel değerleri yok sayarak, bugünün kozmopolit toplumunu savunmaya çalışanlar, elbette tarihi romanlara da onun kahramanlarına da düşman olacaklardır.

CENGİZ VE TİMUR MÜSLÜMAN OLMAYAN TÜRKLER (!)

Bu çokbilmiş yazar "Sosyalizm karşıtı olan bu tarihi romanlar, Cengiz Han, Timur gibi Müslüman olmayan Türkleri insafsız, şefkatsiz, kızıl sakallı şeytan gösterir" diyerek cehaletini açıkça gösteriyor. Osmanlı Padişahı Yıldırım Bayezid'le savaşıp galip geldiği için hakkında menfi düşünceler oluşan Timur'un, Müslüman olduğunu bilmeyen bir yazarın, tarihi roman kahramanlarına düzmece veya kurgu diye sataşması cehaletin ötesinde bağnazlıktır.

Yüzlerce kitabın yazarını "eserlerine roman bile denemez, edebi estetikten yoksundur" diyerek eleştirmeye çalışan zihniyet, herhalde tarihi roman diye aşk ve macera kitaplarını beğeniyor olsa gerektir. Maalesef geçmişte masa başında hiçbir tarihi gerçekle ilgisi olmayan, içinde her türlü mel’anete yer veren hatta önemli tarihi kişilere iftira ve hakaretler ihtiva eden kitaplar, milletimize tarihi roman diye yutturulmaya çalışılmıştı.

Gün gelip de gerçek belgelere ve araştırmalara dayanılarak tarihi romanlar yazılmaya başlanınca, bu beyefendilerin keyfi kaçtı ve başladılar vaveylaya: “Padişahların harem hayatını, saraydaki hanım sultanların entrikalarını anlatan aşk ve macera romanları varken, şimdi bu dindar, mert, fedakar, zalime engel olup, mazluma kol kanat geren, ölürsem şehit kalırsam gaziyim diyen tarihi kahramanlar nereden çıktı. Sunguroğlu, Turgut Alp, Çaka Bey, Oğuz Amca, Miralay Yunus Bey de kimdir? Bunlar gerçek olmayan, düzmece, kurgu ve hayali kahramanlar! Üstelik insanlar bu kahramanları gerçek zannederek inanıyorlar!”

Rahmetli Mehmet Niyazi "Tarihimizde o kadar çok gerçek kahraman var ki, yeni kahramanlar üretmeye hiç ihtiyaç yoktur" derdi. Evet gerçekten bu kahramanlar gibi binlerce isimsiz kahramana sahip milletimizin milli ve manevi değerlerini ortaya koyan ve gençlere tarih şuuru veren böyle romanlara ne kadar çok ihtiyacımız var. Sunguroğlu, Alpaslan, Selahaddin Eyyubi, Gazi Osman Paşa, Tiryaki Hasan Paşa, tarihin tozlu sayfalarından çıkıp günümüz insanlarına mesaj verince, bazılarında rahatsızlık başlıyor. Neymiş efendim "gerçekte olmadığı halde varmış gibi tasarlanan bu tarihi romanlar" Cumhurbaşkanı'nı bile ta İmam Hatip yıllarında etkilemiş. "Ama Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın çocukken okuduklarını bugün gerçek sanması büyük bir sorundur." diyor, bay çokbilmiş.

KUŞAKLARI SALT TARİHİ ROMAN ALDATMASIYLA YETİŞTİRMEK (!)

Buyurun bakalım buna ne diyeceksiniz? Önce kahramanların düzmece ve kurgu olduğunu iddia eden tarihi roman uzmanı, bir adım daha ileri giderek, "Kuşakları salt tarihi roman aldatmasıyla yetiştirmek ülke geleceğini karartmaktır" diyerek gerçek niyetini açıkça belli ediyor.

Aslında bu cümleden sonra söylenecek fazla bir şey yoktur. Zira bu ters cümleyi düz okuduğunuz zaman gerçekler ortaya çıkıyor. Yani bu tarihi romanları okuyarak onun kahramanlarını kendine örnek alan gençler, vatanını seven, dindar, çalışkan, dürüst, devletine milletine hizmet eden, ülkesi için her türlü fedakarlığı göze alan insanlar olarak yetişiyor. Bu yüksek ahlaka sahip insanların çoğalması, istikbal ve istiklalimiz için en çok sevineceğimiz ve memnuniyet duyacağımız gelişmelerdir. Bazılarına göre “ülke geleceğini karartmak” olarak görülse de, bu kervan yoluna devam edecektir.

BİR ALAY MÜFTÜSÜNÜN ROMANI: KUDÜS 1917

400 sene Osmanlı idaresinde barış ve huzur içinde yaşayan mübarek belde Kudüs’ün elimizden çıkışını konu alan KUDÜS 1917 romanımın kahramanı bir Alay Müftüsüdür. Fatih Sultan Mehmed zamanından beri ordumuzun içinde yer alan bu müessese, Birinci Dünya Savaşı yıllarında da çok önemli vazifeler ifa etmişti. Filistin cephemizde savaşan 4. Ordunun Baş müftüsü Esad Eş-Şukayr, ismiyle cismiyle gerçek bir tarihi şahsiyettir. Askerlere barış zamanında dini ders verip nasihat eden, namaz kıldıran, Kur’an öğreten; savaş zamanında onların manevi gücünü takviye edip cesaret veren Alay Müftüleri, Çanakkale’de, Filistin’de, Doğu cephesinde gerektiği zaman eline silah alıp düşmanla savaşmış hatta şehit düşmüştü.

Bu kitabın kahramanı 48. Alay Müftüsü Bekir Sami, yüzlerce meslektaşının bir temsilcisi olarak hem tarihi olayların anlatımında hem de savaşın arka planındaki problemlerin teşhis ve çözümünde görüşlerini dile getiriyor. Bu tarihi kişilik sayesinde, Birinci Dünya Savaşı yıllarının zorluklarını, ordumuzun içinde bulunduğu sıkıntıları, İttihat Terakki’nin dinde lakayt tavırlarının yansımasını müşahede imkanı buluyoruz.

Tarihi belgelerde yer alan bazı alay müftülerinin bilgilerini paylaşmak istiyorum:

11. Kolordu, 33. Tümen, 97. Alay Müftüsü Hoca İsmail Hakkı Efendi, Balkan Savaşı sona erince, birliğiyle beraber Doğu Anadolu’ya gönderilmiş, ailesiyle birlikte 2.500 km. yol kat ederek yeni görev yeri Van’a ulaşmıştı. Göreve başlayışının akabinde dünya savaşı patlamış, alayıyla birlikte Erzurum Köprüköy’de Ruslar ile savaşırken 21 Şubat 1915 günü şehit düşmüştü.

Tümgeneral Ahmet Hulki Saral’ın babası, İsmail Tosun Saral’ın dedesi olan Alay Müftüsü İsmail Hakkı Efendi’nin cephede şehit düştüğü haberi o zamanki Harb Mecmuası’nda yer almıştı.

Galiçya Cephesi’nde Alay Müftüsü Hasan Fehmi Efendi, 17 Eylül 1916 günü birinci hatlarımıza kadar giren Ruslara karşı birliklerin başında hücum etmiş, bir top mermisiyle şehit olmuştur.

Çanakkale savaşında 73. Alay Müftüsü Ali Rıza Efendi çarpışmaların en fazla kızıştığı an, askerleri cesaretlendirirken makineli tüfek ateşiyle şehit düşmüştür.

Beşinci Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’ın babası İslam Sabri Efendi Yemen Cephesi’nde Alay Müftüsü iken İngilizlere esir düşmüştü. Mısır’daki esir kampına götürülen Sabri Efendi, burada esir olan oğlu Mülazım Cevdet ile karşılaşmıştır.

16. Tümen, 125. Alay Müftüsü Abdürrezzak Hoca, 1. Gazze muharebesinde meşhur Alimuntar Tepesi taarruzunda bulunmuş ve askerlere cesaret vererek, tepenin İngilizlerden geri alınmasında çok büyük katkısı olmuştur. Abdürrezzak Hoca’nın Filistin Cephesi’nde askerlerle çekilmiş fotoğrafları arşivlerde mevcuttur.

SON SÖZ

Rahmetli dedem Emirmusaoğlu Gazi Ahmet Onbaşı’nın hatıralarından derlediğim ESARET 1916 kitabımda anlatılan olaylara, okuyucular inanmakta zorlansalar da kimse çıkıp bunlar kurgu, bu kahraman düzmece diyememişti. Çünkü olayları yaşayan öz dedemdi ve hatıralarını defalarca merhum babamdan dinlemiş, not almıştım. Ahmet Onbaşı’nın romanını, binlerce isimsiz kahramana bir vefa borcu ve rahmet vesilesi olarak yazmıştım.

Ahmet Onbaşı, cesur, azimli, kararlı, yılmayan, her türlü zorluğa göğüs geren, her durumda haline şükreden, dindar, namazına çok önem veren, vatanı ve milleti için her türlü fedakarlığı yapan bir kişiliği canlandırıyor. Onun şahsındaki bu üstün seciyeler mübalağa gibi görünse de, önemli olan temsil ettiği Mehmetçik için ortak özellikler olmasıdır. Bu kitabı okuyan gençlerin aklında sadece bu üstün ahlaki değerler bile kalsa, ülkemiz ve milletimiz adına memnuniyet vericidir.

Son olarak şunu ifade etmek isterim:

Günümüzde çok beğenilen tarihi romanlar ve diziler, bazı kesimleri oldukça rahatsız etmiş görünüyor. Rahatsızlık, bu eserlerdeki sanat ve edebi estetikten kaynaklanmıyor. Osmanlı, Selçuklu veya İslam Tarihi’ne ait konuların yazılı veya görüntülü medyada yer alması, temel manevi değerlere, geleneklere, dine, inanca ve milli kültürümüze ilgiyi artırdığı için acımasızca eleştiriliyor. Tabii bazı safdil ve çıkarcıların, küçük hataları büyüterek yaptığı eleştirileri hiç nazara almıyorum.

Tarih ve tarihi dramalar son yılların yükselen değeridir. Temelde çok önemli yanlışlıklar olmadığı sürece bu yayın ve yapımların toplumun kültürel gelişimine büyük katkısı olacağına inanıyorum. Bilhassa gençlerin ve yeni nesillerin yetişmesinde bu gerçek kahramanların rol model olması, yabancı hayranlığını azaltacak ve milli değerlere yeniden dönülmesine yardımcı olacaktır. Yoksa Allah korusun bazılarının dediği gibi “ülke geleceğini kararması” kaçınılmazdır.