2002 yılından itibaren birçok Milli Eğitim Bakanımız oldu. Milli eğitim sisteminde baş döndürücü değişimler yaşandı.   

Peki değişimler oldu da attığımız taş ürküttüğümüz kurbağaya değdi mi? Diyebiliriz ki her değişim bir yap bozdan ibaret kaldı. Asıl yerli ve milli çözümlere; dinamiklerimizi eğitimin içine katacak çabalara sıra gelmedi. Milli Eğitim Bakanlarımız her seferinde çok güzel bir eğitimimiz var açıklamasını yapıyordu. Sayın Cumhurbaşkanımız ise,”Ülke olarak çok önemli mesafeler kat ettik. Ancak bu süreçte iki alanda, eğitimde ve kültürde hedeflediğimiz noktaya gelemediğimizi üzülerek söylemek istiyorum” diyordu. Acaba kim haklı sayın cumhurbaşkanımız mı? Milli Eğitim Bakanları mı?

Bakanlarımız da muhtemelen doğru ve iyi şeyler yapmak istiyorlardı. Ancak süregiden “köklü” sistem ve “eğitimdeki yanılgılar”,  hakim yanlış bakış açıları değişimlere müsaade etmedi.

Bu söyleşide topyekun insanımızı çözümün içine çekecek ve dolayısıyla müfredatta yerlileşmeyi ve millileşmeyi sağlayacak bir çıkış yolunu ele alacağız.   

Haber Vakti: LGS ve YKS gibi sınavlı günlerin içindeyiz. Dikkatler eğitim sistemine dönmüşken, merkeziyetçi müfredat yapısının getirdiği yanlışları konuşacağız ve merkezi sınavları ele alacağız. Merkezi sınavlar aracı amaç haline getiriyor. Bu yüzden okullarda “bilgi aktarma” sınavcı metotlar tek çıkar yol haline geliyor. Çünkü bu denli çok bilginin öğretilmeye çalışılması -ve tabii ki öğretilemeyişi- eğitimdeki asıl tuhaflık ve çarpıklık olduğunu siz yazılarınızda ifade ediyorsunuz. Bu müfredatçı yapının sonucu olarak bilginin hedef halini alması ve sınavcı yapı yozlaşmanın asıl sorumlusudur diyorsunuz. Bunu biraz açar mısınız?

Birbirinden farklı kabul edilerek öğretilmeye çalışılan bir çok bilgi aslında çok az miktardaki “öz bilgi”nin türevidir. Asıl olan bilgi yüklemek değil, bilgiyi üretmek ve kullanmaktır.. Üstelik mevcut müfredatçı  ve sınavcı yapı, ders kitapları yazımını rant sistemine dönüştürmektedir. Devlet bedava kitap dağıtımı ile zarara uğratılmaktadır. Herşeyin merkezden yapılandığı müfredatçı anlayış, eğitimi sömürü düzenine dönüştürmekte; kripto yapıların dolaylı ve dolaysız etkilerine maruz bırakmaktadır.

Haber Vakti: Merkezi yapıların değiştirilememesini neye bağlıyorsunuz.

Değişik nedenleri olduğunu düşünüyorum.  Merkezi sınavlar dolayısıyla yardımcı ders kitabı kullanımı öne çıkmakta, dersane tarzı eğitim öne çıkmaktadır. Her ne kadar “dersanecilik” kaldırılsa da değişik isim ve üslupta devam etmektedir.   Yardımcı ders kitabı sektörüne bir göz atarsanız, her bir yayınevinin cirosunun 200- 300 milyon Tl’lerde dolaştığını görürsünüz. Mevcut yapı rant sistemi oluşturmaktadır. Bu yapıya direnecek Bakan çıkar mı? Şimdiye kadar göremedik. Bundan sonrasını bilemiyorum..

Haber Vakti: Merkezi sınavların kaldırılamaması ve merkezi müfredat yapısının hakim olmasının başka  nasıl açıklayabiliriz? Sebep sadece bu mu? 

Bu anlattığım aslında görünen sebebi. Bir de görünmeyen yüzü var: Asıl önemli nedenine geleyim isterseniz.  Ara ara eğitimde sömürü düzenine tabi olduğumuzun göstergesi nedir diye soruyor dostlarımız.

 Bunun için azıcık eğim gerçeklerinden haberdar olmak yeterli. Eğitimde uygulanan planları  görmek için çok zeki olmaya gerek yok aslında. Bu planları bir çok kaynakta görebilirsiniz. Özetini ben şöyle sıralayabilirim:

1-Öğrenciler okul süresince yabancı dil öğrenmeyecekler. Kızılelma veya i’lai kelimetullah sevdası olmayacak. Başka ülkeleri mümkün olduğunca bilmeyecekler (Belirli okullardaki belirli kesim hariç)

2-Eğitim çağındaki çocukların en zekilerin en az %10’nu ortaokulların sonunda tespit edilerek fen lisesi veya diğer seçkin okullarda yükseköğretime hazırlanacak. Bunlardan yükseköğrenime geçenlerin %5 ile 10 kadarı Avrupa ve özellikle ABD ye taşınacak.

3-Okullardaki müfredatlar teferruatla doldurulacaktır (İngilizler’in Hint çocuklarına logaritma ezberletmesini hatırlayalım).

Uygulanan harf ınkılabından tutun da tüm  inkılaplar bu planların uygulandığının açık göstergesi değil mi?

Haber Vakti:  Basında ve özellikle sosyal medyada yaygın bir şekilde tartışılan bir konu Amerika’nın meşhur  Fulbright anlaşmasıdır. Fulbright anlaşması Türkiye ile Amerika Birleşik Devletleri arasında 1949 yılında imzalanan ikili anlaşmanın adı. TBMM’den 13 Mart 1950 tarih ve 5596 sayılı kanun ile geçerek yürürlüğe girmiş. Bu anlaşma ile eğitimin direksiyonuna ABD’li danışmanlara verilmiş. Bu anlaşma hala geçerli mi?

Bu anlaşma hala geçerli mi  sorusuna   ben de sık sık muhatap  oluyorum.  Bu sorunun muhatabı ben değilim elbette. Bunları araştırarak öğrenmek de çok zor değil esasen. Mesela  Oktay Sinanoğlu’nun bu konudaki açıklamalarına bakabiiriz. Oktay Sinanoğlu rahmetlik yakından tanıştığımız bir bilim adamıdyı.  Önemli buluşları var.   Mesela, “Atom ve Moleküllerin Çok  Elektronlu Teorisi”  atom ve moleküllerin yapısını en kapsamlı açıklayan teori. Bizim ders kitaplarında Schrodinger atom teorisine yer verilir ama Sinanoğlu’na yer vermez. Halbuki Schrödinger teorisi tek elektronlu atom olan hidrojeni açıklayabilir sadece. Diğer atomları ve molekülleri açıklayamaz.  

Sinanoğlu bu buluşu ile 50 yıldır çözülemeyen bir matematik kuramını bilim dünyasına kazandırdı. 28 yaşında “tam profesör” unvanını aldı. Biyoteknoloji -moleküler biyolojinin ve kompüter kimyasının (hesaplamalı kimya)  60’lı yıllarda temelini atan bilim adamıdır.  Bilimin ana dille olması gerektiğini haykırır. Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu, Türkçe’nin matematiksel yapısından dolayı en iyi bilim dili olduğunu da her fırsatta dile getirir. Milli Eğitim ve YÖK’ün Sinanoğlu’nu dinlememesini   ne ile açıklayalım? Fulbright derken o görevi yapan ülkemizde çeşitli maşalar olduğunu unutuyoruz. Parti, oda, stk, dernek, medya organları….

Haber Vakti: Yakın geçmiş yıllarda  en önemli olaylarından birisi özel liselere girişte, öğrenci başına devlet teşviki verilmesiydi. Buna rağmen özel sektördeki dinamizmi eğitime niçin eğitime yansıtamadık?

Sebebi, özel sektörün eğitime girmesini sağlayacak şartların teşekkül etmemesidir. Bu yüzden rekabet ortamı ve özlediğimiz kalite yarışı şartları gerçekleşmedi. Devlet eğitimi hem finanse ediyor, hem müfredatı hazırlıyor ve istediği gibi değiştirebiliyor ve hizmet sağlıyor. Bu durumda özel okul personeli, maaşını devletin vermediği bir devlet memurundan başka bir şey değil. Müfredat değerlendirmesi tamamıyla devlet elinde kaldığı, ders kitaplarında MEB-devlet patron olmaya devam ettiği vasatta gerçek anlamda özelleşme gerçekleşmiyor. Daha ilginci ise şu: Çözüm adına yola çıkanlar da dahil bu çarpıklığın farkında değiller. İlkokullarda bile ders konularının muhtevası anne – babaya, öğrenciye hatta öğretmene ve okula rağmen belirleniyor. Bölge ihtiyaçları dikkate alınmıyor; hatta köyde oturanla şehirde oturanlara aynı müfredat dayatılıyor. Üstelik bu tekelcilik kabullenilmiş durumda. Hatta sendikalar ve sivil kuruluşların çoğu da, devletin eğitim-öğretim faaliyetlerindeki tekeline karşı mücadele etmiyor; gerçek eğitim sorunlarını dillendirmenin, eğitimi özgürleştirmeye yönelik çabaların uzağında kalıyorlar. Eğitim problemi deyince tekelci sisteme nasıl daha iyi bir renk kazandırabileceğimizi konuşuyoruz.

Haber Vakti: Nasıl ekonomide özelleştirme savunuluyor ve özel sektörün pek çok işi devletten daha iyi yaptığını görüyorsak, eğitimde de -gerçek anlamda- özelleştirmenin önünü açacak çabaların içine girmek durumundayız. Eğitimde bunu nasıl sağlayabiliriz?

 Devlet eğitimin finansmanında, müfredatın belirlenmesinde, eğitim sektörünün çalışanlarının statüsünde konum değiştirmelidir. Devlet sadece bazı temel dersleri tüm eğitim kurumlarında zorunlu tutabilir. Örneğin temel fen-matematik dersleri yanında tarih, kültür ve medeniyetimize dair bir kısım derslerle birlikte Türkçe mecburi ders olabilir. Avrupa’da nasıl ki, Latince mecburi bir ders ise, bizde de örneğin Osmanlıca dersi mecbur tutulan derslerden olabilir. Ancak bunların dışındaki derslerin muhtevasını ve süresini, içinde suç unsuru barındırmadıkça özel okulların belirlemesine izin verilmelidir.

Özel okullar gibi devlet okullarını da hantallıktan kurtarmak istiyorsak, öncelikle miadını doldurmuş 657 sayılı kanun kaldırılarak çalışanlar sözleşmeli, ücretlerin ve ücret artışları performansa dayalı hale getirilmelidir. KPSS puanıyla öğretmen istihdam etme saçmalığına son verimeli; öğretmenler ustalığına ve becerisine göre istihdam edilmelidir.

Haber Vakti: Eğitimin sivilleşmesinde her şeyden önce yapılması gereken nedir?

Eğitimin sivilleşmesi için her şeyden önce müfredatta ve ders programlarını belirleme yetkisinin devlet talim –terbiye tekelinden kurtarılması; mahalli idarelere (Belediyeler ve Milli Eğitim Müdürlükleri gibi) okullara bırakılması ve böylece müfredat belirleme ve ders kitabı yazma işinde devlet tekelinin kırılması gerekiyor. Beklediğimiz şey, kendi programını kendi belirleyen tercih hakkını ve kimliğini kendisi belirleyen ve niteleyen okulların açılmasına izin verilmesidir. Bu yapıldığı takdirde ülkede gerçek anlamda eğitim halka mal olmaya başlayacaktır.

Haber Vakti: Nurettin Topçu’nun dediği gibi, ‘’Felsefesi olmayan milletin mektebi olmaz”.  Bir de eğitimin zihniyet boyutu var…

 Tabi  okullar öncelikle zihniyeti ve kimliği inşa eden, kişide düşünme ve algılama biçimi oluşturan, karakter şekillendiren mekanlar haline getirilmelidir. Bunca yıllar gördük ki  okullar müfredatçı ve merkeziyetçi yapının kıskacından kurtulamadı; kimlik inşa eden meslek öğretmen konuma yükselmedi.

Eğitimi sivilleştirelim. Halkımıza güvenelim. Belki de  bu sayede eski medrese şeklinde devam eden kurs ve yapılanmalar,   ahilikten tevarüs eden meslek okulları gibi halkın rağbet ettiği geleneksel okullar merdiven altı olmaktan kurtulacaktır. 

Burada kasttettiğimiz ve ele aldığımız şey okullarımız özelleşsin meselesi değil. Zaten fazlası ile özel okul var. Ancak müfredat özgür olmayınca özel okul açmak da anlam ifade etmiyor ve cazibesini yitiriyor.  Müfredat tekelciliği kalksın diyoruz.     Bölgesel ihtiyaçlara göre müfredat çeşitlenmeli.  Köydeki ilkokul ile kentteki ilkokulun aynı müfredat ve dersleri görmesi doğru bir uygulama mı? Köy ile kentin ihtiyaçları bir mi?

Nasıl müfredatın merkeziliği Milli Eğitimde olumsuzlukların kaynağı ise YÖK’ün üniversiteleri tek tipleştirmesi de asıl yüksek öğretim sorunudur.

Haber Vakti: Medrese deyince bazıları hop oturup hop kalkıyor. Toplumda Medreseye karşı şuur altında kötü bir imaj var. Bu konuda ne diyeceksiniz?

Bizi bize yabancılaştıran, doğru tarihi öğretmeyen eğitimin sakat ürünleri. Amerikan eğitim sistemini kuran John Dewey, Amerika’daki üç büyük filozoftan biri kabul edilir. Cumhuriyet’in kurulduğu ilk yıllarda John Dewey ülkemize çağrılır. Modern bir eğitim sistemi için kendisinden yardım istenir. John Dewey, inceleme yaptıktan sonra bir rapor yayınlar. Raporda diyor ki: “Siz yeni bir eğitim sistemi istemekle hata ediyorsunuz. Asıl eğitim sistemi sizdedir, sizin yapacağınız şey medrese sistemini güncellemek ve geliştirmektir.”

Nizamü’l-Mülk, bizim iyi- güzel-doğru tasavvurlarımıza göre bir eğitim sistemi geliştirmişti. Bu sistem, hem Selçuklu’yu hem de Osmanlı’yı kuran muazzam ve köklü bir eğitim sistemiydi.

Neden benzerini kendi eğitim sistemimiz için düşünmüyoruz?  Bediüzzaman, fen bilimleri ile dini bilimleri birleştiren yerli bir eğitim modeli geliştirdi.* Bu eğitim modelinin hayata geçirilmesi Onun bir kızılelma ülküsü idi. Her vesile ile teşebbüste bulundu. Vefat ederken de vasiyet bırakmıştı geride kalanlara: Medresetüzzehra projesi unutulmasın diyordu.

Bugün Batı’daki elit üniversitelerin çoğu örneğin Amerika’daki Chicago Üniversitesi medrese sistemiyle işler. Özellikle de Amerika’daki doktora programları, medrese sisteminden alınmış ve adapte edilmiştir.

Batı’daki elit üniversiteler felsefeci, düşünür ve büyük sanatçılar yetiştiriyor.

Biz ne yapıyoruz, peki? Bizim üniversitelerimiz bunların taşımacılığını, gönüllü acentalığını yapmaktan ne zaman kurtulacak?

Haber Vakti: Son olarak ne diyeceksiniz?

Bizim söylemek istediğimiz şey eğitimin topluma mal olacağı yolların açılması, halkımızdaki dinamiklerin  eğitime dahil olması. Bu aynı zamanda gerçek demokrasinin uygulanması demektir. Eğitimin halka mal olması ile görülecektir eğitimin bir müfredat meselesi değil, bir medeniyet  ve meslek meselesidir

Dünya ile rekabet edebilen eğitim kurumlarını ancak böyle oluşturabiliriz. Son yıllardaki atılımlarla ülkemizin Dünyaya açıldığı, gözlerin Türkiye’ye çevrildiği şu dönemde öncelikli iş eğitime felsefe kazandırmak, onu dar alana hapseden anlayış ve uygulamalardan kurtulabilmektir.  Böylece Ülkeyi Dünyada bir eğitim merkezi haline getirebilmektir.

*https://www.yenisafak.com/hayat/bediuzzamanin-egitim-modeli-medresetuzzehra-2477494