Önceki yazımda BİSAV adına yapılan açıklamanın, ilgili savunmalardaki olumsuz söylemi pekiştirdiğini, dolayısıyla konunun özünü yansıtmaktan da uzak olduğunu söylemiştim.

Şimdi, “o halde...” diyerek, söze başlamalıyım ancak, ismini zikretmiş olmam nedeniyle, istitradan de olsa Mustafa Özel hakkında kısa bir bahis açmalıyım.

Özel, benden iki yaş büyüktür ama asıl büyüklüğü bir bilim adamı olarak güzel düşünme ve ifade etme gayretiyle, entelektüel hayatımıza yaptığı edebi katkı, gündelik siyasetin dışında durarak, dikkatini evrensel meselelere yöneltme ve kapsamlı düşünmeye teşvik... bakımındandır.

Bu yanlarıyla bizim kesimde haklı bir saygıyı hak etmiştir. Burada saygıyı, sevginin önüne almamın nedeni, saygının inşa edilen bir duygu olmasındandır. Zira hilkatimize bitişik olduğundan sevmek için özel bir çaba göstermemiz gerekmez ama saygı, hem saygı duyulan hem de saygı duyan cihetinden çift bir yönelimle bizzat tarafımızdan inşa edilmesi bakımından özel bir emeği içerir.

“O halde” Özel’den BİSAV’ın maruz kaldığı hususa göre, mezkur saygıyla uyumlu bir tepki göstermesini beklemek de ona saygı duyanların hakkıdır. Buna göre akıl vermek bakımından değil, İslami vasatı gözetmek bakımından Özel’in asıl yapması gereken, BİSAV’ın Şehir Üniversitesi’yle bağlantılı ya da bağlantısız olarak borç yükünün baş edilemez bir oranda arttığını, bu yanıyla devlet müdahalesini hak ettiğini, ancak esas bakımından haklı olan müdahalenin, tarz bakımından uygun olmadığını söylemekti. Tarzdan kastettiğim şey, muazzez vakıf mefhumunun zedelenmemesine; vakfın gençlere yönelik talim ve terbiye faaliyetlerinin korumasına mahsus tedbirlerin tamamıdır.

Yukarıda da belirttiğim gibi bu böyle olmadı, bilakis, “keyfi bir tutum” olarak nitelenen devlet müdahalesi, “vakıf geleneğimizde büyük bir tahribata yol açabilecek (...) sadece Bilim ve Sanat Vakfı’nı değil ülkemizdeki bütün vakıfları ilgilendiren tehlikeli bir girişim” ve “vahim bir adım” olarak nitelenmekle, bu üç yönde birden, adeta bir altın tepsi içinde siyasi akbabaların parçalamasına sunuldu. Diğer bir söyleyişle BİSAV esasındaki özel bir konu, vakıflar şeklinde genelleştirilerek, siyaset arenasına atılmış oldu.

Tam burada, “mevcut kurtarma örneklerine göre, devlet istese BİSAV’ı da borç yükünden kurtarabilirdi, ama yapmadı” şeklindeki sitemlere şu nedenle ve yüksek sesle itiraz etmek durumundayım:

Allah aşkına, bu ülkede Müslümanlar, vakıf esasında hangi hayırlı işlerini devlete güvenerek yaptılar ki, bunu da aynı gayeyle yapmış olsunlar? Bidayetinden beri, “Eyvah, eyvah Sakarya! Sana mı düştü bu yük?/ Bu dâva hor, bu dâva öksüz, bu dâva büyük!..” dizeleriyle görünür kıldığımız asil ve mütevazı duyuşlara, duruşlara ne oldu?

Evet ne oldu? Bu duyuş ve duruşların üzerinden buldozer gibi geçen FETÖ vakıfları gözümüze halen batadururken, BİSAV’a ne oldu ki daha geniş kitleye, daha büyük imkanlarla hizmet etme illetine tutularak, asıl misyonu gereği Müslümanca kaygılarla kendisine verileni, hak edene eriştirmekle yetinmeyip, ille devletten alarak büyümeyi, daha çok büyümeyi, en büyük büyük olmayı seçti? Devlet ve onu temsilen iktidar verdiğini alınca, yeni bir vermeye de yatkınlık göstermeyince, kimler tarafından hedef tahtasına kondu, kimler BİSAV’la birlikte bu krize, -Mağriplilerden özür dileyerek söyleyelim- mal bulmuş mağribi gibi sarıldılar?

Konuyla ilgili haberlerde, tahriklerde, falancanın “Kurucuları arasında olduğu Bilim ve Sanat Vakfı’na” klişesinin kullanılmasını aynı zamanda sorduğumuz sorular cihetinden sağlam bir adres tespiti olarak aldığımızda, geriye söylenecek fazla bir söz kalmamaktadır.

Konuyu “üç kıtaya hükmeden bir imparatorluğu batıranların torunlarıyız, BİSAV’ı batırmak mı bize zor gelecek” şeklindeki ironi-komik bir siteme bağlayarak sorumluluklarımızdan kurtulamayız. Yukarıda sorduğumuz sorular eşliğinde BİSAV’ı da içine alan genel bir sorunla karşı karşıyayız ve bunun çözümünü devletten beklemek yerine, işe önce ilgili zihniyetimizi temizlemekten başlayarak kendimiz üretmek zorundayız.

Ezcümle, helale ulaşma gayreti, başta yalan söyleme, hakikati saklama olarak haram işlemenin mazereti olamaz.

İslami vasatın kaybedildiği yerde, seküler faaliyet din rengine boyanamaz. Aynı zamanda, yüzü daima istismara dönük olan bu durumdan rahmet umulamaz.

Vakfın almadan vermeye dayalı yardımlaşma, talim-terbiye, sanat faaliyeti olarak kendi varlığından kaynaklanan aslî ve âlî siyasi özü, gündelik siyasi hesaplaşmalara kurban edilemez.