Hatırlayalım. Dinî özgürlükler açısından milletin umudu olarak iktidara gelen Demokrat Parti (DP), her ne kadar ezanı tekrar aslı gibi okutulmasına izin verdi ise de sanki sinsî bir plân dâhilinde Atatürk heykellerine yapılan saldırılar sonucunda hem Atatürk’ü koruyan o malum 5816 sayılı kanunu çıkarttı, hem de TCK’da Müslümanların özgürce düşünmelerini yasaklayan 163. maddeyi ekledi. Böylece muhafazakâr bir hükümet eliyle Kemalist rejimin devamlılığını sağlayan kanunî tedbirler alınmış oldu.

Kamuoyunda “Atatürk’ü Koruma Kanunu” olarak bilinen 1951 tarih ve 5816 sayılı “Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanun”, Atatürk'ün hatırasına alenen hakarette bulunan bir vatandaşın bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasını öngörmektedir. Ne var ki geçmişte ve hatta bugün de Atatürk’ün şahsına yönelik olarak herhangi bir söz sarf etmedikleri haldeilkelerini, inkılaplarını veya şahsî düşüncülerini fikrî yönden eleştiren aydınlar, bilim insanları veya siyasetçiler de genelde bu kanun kapsamına alınmış ve cezalandırılmıştır.

5816 sayılı kanun olduğu sürece belki Atatürk’ü (devrimci-radikal) Atatürkçülerin kurguladıkları tozpembe “Kemalizm” ideolojisi içinde korumak mümkündür ama Atatürk’ü anlamak hiçbir zaman mümkün olmayacaktır. Türkiye’de her yıl bilmem kaç kez değişik vesilelerle Atatürk ve devrimleri anılır, bir vatan kurtarıcısı, bir “dahî”, bir “ulu önder” bir “başöğretmen” olarak takdim edilir ama buna rağmen Türkiye’de hemen hiç kimseşahıs olarak ne gerçek Atatürk’ü bilir, ne de devrimlerin içeriğini anlamıştır.

Buna engel olanaslında 5816 sayılı kanundur. Atatürk’ü doğru veya yanlış istediğiniz kadar methedebilirsiniz, yüceltebilirsiniz ama ona veya devrimlerine karşı hakaret, şiddet, öfke ve kin içerikli fikirler içermese dahî olumsuz bir görüş beyan etmek, halen Atatürk düşmanlığı veya vatan hainliği ile eş anlamlı tutulmaktadır.

Bu kanun sayesinde koyu Kemalistler, kurguladıkları Kemalist devrimlerin aleyhine olabilecek her türlü görüşün ortaya çıkmasını engelleyebildikleri için, köhnemiş ideolojileriyle kendilerini güçlü ve rakipsiz zannedebilmiştir. Üstelik bu kanun aracılığıyla derin Kemalist güçler, değil tarihçileri ve fikir adamlarını hizaya sokmak, gerekli gördüklerinde devrimlerin ruhuna aykırı davranıldığı iddiasıyla orduyu göreve çağırıp meşru hükümetleri devirmek veya hizaya sokmak gibi plânlarını da uygulayabilmektedir.

1960 ve 1980askeri darbe, 1971 muhtırası, 28 Şubat’ın post-modern müdahalelerive hatta“Yurtta Sulh” sloganı çizgisinde Kemalizm-FETÖ işbirliği ile gerçekleştirilmiş olan melun 15 Temmuz darbe teşebbüsü de bunun bir örneğidir.

1960 askeri darbesinden hemen sonra takip eden bir 10 Kasım’da Çetin Altan, gelecek nesillere şu tehditlerde bulunmuştur: “Atatürk’ü ve Atatürkçülüğü içten içe inkâra yeltenenler er geç mutlaka çarpıldılar. Bundan sonrakiler için de akıbet başka türlü olamaz.” (Milliyet, 10 Kasım 1961).

Türk Genelkurmay Başkanlığı’nın 27 Nisan 2007 tarihli resmî basın açıklamasında dönemin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıtda bu doğrultuda sözler sarf etmişti: ”Cumhuriyetimizin kurucusu Ulu Önder Atatürk’ün, “Ne mutlu Türküm diyene!” anlayışına karşı çıkan herkes Türkiye Cumhuriyeti’nin düşmanıdır ve öyle kalacaktır.”

Katılımcı demokrasiye ve millî iradeye yönelik askeri müdahalelerin zihinsel kaynağı,başta 5816 sayılı Kanun olmak üzereKemalizm’i esas alan diğer kanunî düzenlemelerdir. Avrupa İlerleme Raporlarında da kişinin eleştiri hakkını elinden aldığı gerekçesiyle 5816 sayılı kanunun lağvedilmesi yönündeki talepleri dikkat almayan Türk hükümetleri bu tavırlarıyla AB’ye tam üye olmaları da mümkün değildir.

Kaldı ki bundan bağımsız olarak başta Atatürk devrimleri ile ruh bulmuş mevcut anayasa olmak üzere anayasa ruhuna uygun bir şekilde hazırlanan Atatürk ve Kemalizm’i koruyan mevzuat olduğu sürece Atatürk(çülük) konusunun objektif bilim ve tarih araştırmaları açısından masaya yatırılması hiçbir zaman mümkün olmayacaktır.

Ancak yakın tarihimizle yüzleşmemizi engelleyen bu mevzuat değiştirilirse İstiklal Mahkemeleri ve Dersim Olaylarıgibi tek parti dönemine ait hadiseler de objektif olarak değerlendirilebilecektir. Bu bağlamda hukuk reformuna dair yeni öneriler içeren yazılarım devam edecektir, biiznillah