Yazıma başladığımda, Kabil’deki son terörden ölen eden sivillerin sayısı 110’a ulaşmıştı. Teröre maruz kalan 150 sivil halen hastanelerde tedavi gördüğüne göre bu sayısının artması mümkündür.

Söz konusu saldırıda ABD’li 13 askerin öldüğünü de hatırlatalım.

Terör saldırısı her ne kadar DEAŞ Horasan Grubu’na yıkıldıysa da, hâlen nedenleri ve yapılışı itibariyle kolayca aydınlatılabilecek bir hadise olarak görülmüyor.

Çünkü, DEAŞ tarafından yapılmış olsa bile, o militanlarının bomba eğitimi, gelişmiş silahları temini... cihetinden, onlara yardım eden devlet merkezli bir istihbarat örgütünün olması gerekiyor. Bu durum, İsrail’den İngiltere’ye, hatta ABD’nin bizzat kendisine kadar... güçlü istihbarat örgütlerine sahip bulunan ülkelerin tamamını şüpheli hale getiriyor.

Bunu aşırı yorum olarak değerlendirebilecekler için, el-Kaide’nin kuruluşundan, Bin Ladin’in öldürüşüne kadar (tabi gerçekten öldürülmüşse) süren uluslararası boyuttaki ilişkileri takip etmelerini öneririm.

Her şey bir yana el-Kaide’nin Suudi Arabistan tarafından desteklenmesi bile tek başına büyük bir soru işaretidir. Zira, Trump’ın Suudi Arabistan’ın Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ın yüzüne söyleyerek açık hale getirdiği himaye harcı talebinden baktığımızda, Suudi Arabistan’ın ABD’nin haberi olmaksızın bir terör örgütünü kurması ve desteklemesi aklen ve siyaseten mümkün görülmemektedir.

Dolayısıyla DEAŞ’a yıkılan son terör saldırısı, önceki benzerleri gibi kapalı kapılar arkasında aydınlatılabilse de, dünya kamuoyu nezdinde asla aydınlatılmayacaktır.

Çünkü, saldırının üstüne yıkılacağı ya da saldırıyı üstlenmesi sağlanacak hazır bir örgüt olmasaydı da, ABD’nin böyle bir örgütü yaratma kabiliyetine(!) sahip olduğu artık çocukların bile malumudur.

Burada çelişkili görünen tek husus, ABD’nin verdiği kayıpların izahıdır ki, Biden’ın duygu sömürüsüne dayalı olarak yaptığı son açıklama bu izahın yapılmasını kolaylaştırmaktadır. Zira Biden, terör saldırısında ABD’nin dostu olmaksızın vefat eden Afganlı sivillerle ilgili tek kelime etmeksizin, konuyu kahramanlık özelinde açıklayarak, bununla ABD’deki kahraman fetişizmini ifşa etmiştir.

Çok uzun zamandan beri Hollywood merkezli olarak yüzü kurmacaya, mitlere, tarihe, edebiyata ve CIA yönetimindeki kitle haberleşme araçlarına dönük olan ABD, kadim mitleri modernleştirmede ve yeni mit üretiminde sürekli olarak kahramanlık olgusunu kullanmıştır.

Çizgi-resimlerdeki anlatı kişileri, mitolojilere ya da folklorlara özgü kahramanların modern varyantlarını esas alarak, toplumun büyük bir bölümünün idealini doğrudan kahramanların olağanüstü, masalsı, harikulade serüvenlerine tabi kılmıştır.

Örneğin, Hollywood üretimli Superman, özellikle çifte kimliği sayesinde son derece popüler bir duruma gelmiştir:

Felaket sonucu yok olmuş bir gezegenden yeryüzüne gelen ve olağanüstü güçlerle donanmış olan Superman, Dünya’da alçakgönüllü bir gazeteci olan Clark Kent’in görünümünde yaşar; çekingendir, siliktir. İş arkadaşı Lois Lane’in etkisi altındadır. Güçleri tam anlamıyla sınırsız olan bir kahramanın bu küçük düşürücü gizlenişi iyi bilinen bir mitsel temayı yeniden ele alır.

İşin derinine inilirse, Superman miti, -Mircea Eliade’ın kelimeleriyle- Tanrı’nın sevgisini yitirdiğini ve gücünün sınırlanmış olduğunu bilen, günün birinde ‘eşsiz bir kişi’, bir ‘kahraman’ olarak kendini göstereceğini hayal eden modern insanın yönelimini yansıtır.

Aynı durum, olağanüstü güçlerle donatılmamış çılgın bir savaş ortamında (Vietnam Savaşında), savaş hilelerini, savunma tekniklerini çok iyi öğrenmiş bulunan Rambo için de geçerlidir.

Sükunet sahibi, kolay sinirlenmeyen, ölümcül görevler dışında kendisine yaptırılan işleri (taşocağında çalışma= kayaya zincirlenmiş Prometheus imgesi) seve seve kabullenen Rambo, patlamaya hazır bir volkan, tanrılara başkaldırma potansiyeline sahip bir kahraman edasıyla da dikkatleri sürekli kendisine çekmektedir.

Dev helikopterler de dahil her türlü aracı (=Kutsal araba kültü), en olumsuz koşullarda ilkel silahları olağanüstü bir beceriyle kullanabilen Rambo’ya yaptırılan işlerin tamamı ise kurtarma niteliklidir.

Kaptan Amerika, Yenilmezler, Iron Man, Wonder Woman vb. filmler üzerinden çoğaltabileceğimiz bu örneklerin tamamı ABD’deki kahraman fetişizminin görünürlüğe sunularak, kültürde yerleşik halde getirilmesinden ibarettir ve bunlardan asıl öğrendiğimiz ise, ABD’nin kahramanlık fetişizmi içinde, sadece bir hayalin suretini temin ettiğidir.

Oysa ki, hayalin hakikati, yıkılmaktan ibarettir!