İhram, hrm kökündendir ve yasaklama demektir.

Din’de ihram, umre ve hacca ilişkin yasaklara uyma taahhüdünün göstergesi hükmünde, iki parçalı, dikişsiz bir giysidir.

İhram, umre ile haccın şartı iken, ihramın şartı temizliktir. Temizlik ise fiziki ve manevi olmak üzere iki düzeyde gerçekleşir.

İhram için yapılan gusül temizlenmeye niyet edilerek yapılırken, önce fiziki temizlik gerçekleştirilir ve bu bağlamda yapılan her fiil, dili Telbiye’ye hazırlamaya ve dolayısıyla onunla Hakka teslim olmayı hak etmeye bitişir.

Ebu Hamid el-Gazali, umreye / hacca özel bir kıyafet olması yönünden ihramın dünyasallığına dikkat çekmekle birlikte, onun kefene daha yakın olduğunu söyler.

İhram, ömrümüz boyunca bir ya da birkaç kez giyeceğimiz bir giysi olduğundan, haramlık duygusunu hemen kendi üzerinden değil, her yıl oruç tutmakla aşinası olduğumuz oruçluluk hali üzerinden üretir. İhram’a giren kişi, kendini önce sanki oruçluymuş gibi sınırlamaya, dolayısıyla fiilleri konusunda bir oruçlu ürkekliği taşımaya başlar ve giderek Ebu Hamid’in söylediği kefen hissi, ihramlı üzerinde daha etkili olmaya başlar.

Kefen, dünya ile ahiretin berzahı olan kabir için neleri ifade ederse, ihram da umre / hac için (Kabe başta gelmek üzere, Allah’ın işaretlerini taşıyan) Harem-i Şerif için benzer anlamı ifade eder.

Şeyhimiz Muhyiddin’in “Benzerlik içinde benzerlik güçlenir” sözünden hareketle söyleyecek olursak, ihram kefen olmak, umre / hac için Harem-i Şerif’e girme hakkı kazanmak ve Allah’ın işaretleriyle temas etmek için bir berat (şehadetmane) hükmündedir. Bundandır ki, yine Şeyhimiz Muhyiddin’in kelimeleriyle, benzerlikteki güçlenme çok yönlü olarak vuku bulur:

“…Kul için ihram Hak için tenzihin bir benzeridir. Hak ile ilgili tenzih ‘O, şöyle değildir, böyle değildir’ şeklindeki yargılardır. Çünkü Allah, ‘O’nun benzeri bir şey yoktur’ buyurur. Başka bir ayette ise, ‘İzzet sahibi Rabbini onların nitelemelerinden tenzih ederim.’ buyurur. İzzet, imtina demekiken, tespih tenzih demektir. Tenzih kendisiyle ilişkilendirilen eş, çocuk ve benzeri şeylerden uzaklık demektir. İhram engelleme, cinsel ilişkiden uzaklık ve Şari’nin belirlediği davranışlardan ‘münezzehlik’ ve uzaklaşma demektir. Ayrıca ihram, insanı bu fiilleri yapmaktan alıkoymak demektir.” (el-Fütuhat)

İhram, yasaklama esasında bir sınırlanmadır ama bu sınırlanma, ihramlının hal ve dil lisanıyla Rabbi ile kurabileceği bağlardaki sınırsızlığın da işaretidir.

Bu manada ihram ile Hak karşısında üryan olmak, dünya nimetlerinden soyunmuş, bedenini dışsal korunma nesnelerinden yoksunlaştırmış, yeniden doğum anının safiyetini ve acziyetini yüklenmiş olarak O’na teslim olmak demektir.

Nitekim, Telbiye’yi oluşturan “Buyur Allahım, emrindeyim. Buyur ya Rabbi! Senin hiçbir ortağın yoktur. Buyur ya Rabbi emrindeyim. Şüphesiz bütün hamd, nimetler ve mülk sana aittir. Senin hiçbir ortağın yoktur” nidası, aklen, fikren, halen ve lisanen de bir üryanlık içinde som bir teslim oluşun ifadesidir.

Bu esasta üryanlık, üryanlıkta da üryanlığı talep etmektir. “Rabbimiz, ben dünya elbisemden soyundum. Beni bu soyunmayla perdelenmekten muhafaza buyur ve beni Sen’in zikrinin gayrısında olan her şeyden üryan kıl. Aklımı Senin için soy! Kalbimi maruz kaldığı dünya kirinden arındır ki, kalbimle bakanın sen olduğunu görebileyim. Sana ibadetimde beni ihramımla ve ihramdaki üryanlığımla eğme, beni kulluğumla Sana eğ Rabbimiz!”

İhramın şartı fiziki temizlik, ruhi temizliğin şartı ihramdır. Bu manada ihram, Allah’ın işaretlerini ihtiva eden şehre girebilmenin şartından, söz konusu işaretlerle temas etmenin şartına dönüşür ve Rabbani hitap, “Temizlendiğin için, dokunabilirsin”den, “Dokunduğun için temizliği hak edersin” hitabına dönüşür.

İhramın beyazlığı, tek başına bu iki durumu birlikte kuşatır. Zira beyaz “temizlen” emrinde lafzı temsil ederken, “dokun” emrinde teklifin sınırsızlığını temsil eder: Dokun! Temizlenmiş tüm kulaklarınla, gözlerinle, kalbi nazarlarınla dokun!

Böylece emir kipi, teklif kipinde erirken, fiziki olan da manada erir ve akıl bu ayrımların yükünden kurtularak, sınırları sınırsızlığa kurban verir.

Diğer bir söyleyişle sınırın işaret vasıtası olan siyahlıktan beyazlığı soyup çıkartır; zaten beyaz tanımlanan siyah ve siyah tanımlanamayan beyaz değil midir?

Böylece beyaz salt kendisi olarak benimle sınırlanmış olur, zira ben varlığın sınırının kendisiyim. Sınırı olmayan üstün ve sınırı olmayan altın arasında, varlığımla küçücük bir noktayım ki, tavafta düzensizliği, namazda düzenliliği, vakfede düzenin ve düzensizliğin terkini bu sayede hak ederim: Kabe şeklime, namaz miracıma, vakfe hurucuma denk gelir.

Tek başıma bir noktayım ama bir çizgide cem olunurum ve kırılan çizginin kırılma yerinde durdurulurum.

Ezcümle: İhramı bana, beni ihrama giydirendir önüm ve sonum!