Seçim telaşı bize 14 Mayıs 1948 tarihini unutturmasın! 

75 yıl önce 14 Mayıs'ta, Müslüman Filistin'in topraklarına göç etmiş Siyonistlere bir devlet kurdurdular.

Ertesi gün 15 Mayıs'ta, bu halkı kendi yurtlarından evlerinden zorla çıkarıp sürgüne gönderdiler.

Canlarını kurtarma derdine düşen Filistinliler, yanlarına sadece anahtarlarını alarak yollara döküldüler.

Sonradan gelenler asırlardır orada yaşayan insanların evlerini, topraklarını, mallarını gasp ettiler.

Ve BM'nin müteaddit kararlarına rağmen, Siyonistler mülteci olan bu insanlara geri dönüş hakkını hiçbir zaman vermediler.

THEODOR HERZL NE DEMİŞTİ?

Aslında her şey 1897 yılında başladı. İsviçre'nin Basel şehrinde toplanan 1. Siyonist Kongresi'nde Theodor Herzl şöyle demişti:

"Ben bugün burada Yahudi Devletini kurdum. Beş sene veya elli sene sonra bunu herkes bilecektir"

Bu konuşmadan 51 sene sonra 14 Mayıs 1948 tarihinde David Ben Gurion Tel Aviv'de Theodor Herzl'in portresi altında İsrail'in bağımsızlığını ilan etti. 15 Mayıs'tan itibaren Haganah ve diğer terör örgütlerinin militanları İsrail Silahlı Kuvvetlerine katıldı ve 35 bin askerle bütün Filistin şehir ve köylerini işgale başladılar. Arap Birliği ise Ürdün, Mısır, Suriye, Irak, Lübnan kuvvetlerinden oluşan 21 bin kişilik göstermelik bir orduyu Filistin'e gönderdi.

Kendilerini "seçkin millet", Filistin'i "vaad edilmiş toprak" ve Arapları ise "etnik temizlik için kurban" olarak gören Siyonist zihniyet, artık hakim duruma geçmişti. 1947 yılından itibaren uygulanan ama özellikle 15 Mayıs 1948'den sonra geçekleştirilen katliam, baskı ve sürgünler sonucunda 750 bin Filistinli evinden, köyünden, toprağından uzaklaştırılmış, kendi ülkesinde veya başka ülkelerde mülteci durumuna düşmüştü. O tarihte Filistinli Müslümanların nüfusunun 950 bin olduğu düşünülürse, bu sürgünün neden büyük felaket olarak isimlendirildiği daha iyi anlaşılacaktır.

İLK VALİ SAMUEL HERBERT

Büyük Felaket Nekbe'yi anlamak için 1917'deki İngiliz işgalinin ardından 1922'de Filistin'de kurulan İngiliz Manda Yönetiminin faaliyetlerini iyi bilmek gerekir. İngilizlerin Manda Yönetiminin başına tayin ettikleri ilk Vali olan Samuel Herbert tam bir Siyonistti. Şimdi 1922 yılında Filistin'deki nüfus yoğunluğuna bir bakalım:
İngiltere'nin 31 Aralık 1922'de yaptırdığı sayımda Filistin'de yaşayan 757 bin kişinin, 663 bini Arap, 83 bini ise Yahudi idi. (Yüzde 88 Arap, yüzde 11 Yahudi) Almanya'da Nazilerin yaptığı katliam yüzünden 1945'e kadar 400 bin Yahudi Filistin'e geldi ve toplam nüfusları 600 bine çıktı. Böylece 1947 yılına gelindiğinde 950 bin Müslüman nüfusa karşı, işgal ve sürgün planını uygulamaya başlamışlardı. Bu planda en büyük problem, Filistin'in % 90'ına sahip olan Müslümanları bu topraklardan nasıl çıkaracaklarıydı.

Bu demografik yapıya rağmen Siyonist propaganda; Filistin'in halksız bir vatan, işlenmemiş topraklarının ise bir çöl olduğunu iddia ediyordu. Dolayısıyla bütün dünya Yahudilerini, buraya gelip istedikleri kadar arazi alabileceklerine ve tarım yapabileceklerine inandırmışlardı. İsrail'in 4. Başbakanı Golda Meir'in şu sözleri Siyonizm'in yalanlarına dünyayı nasıl inandırmaya çalıştığının en bariz delilidir:

"Bir Filistin halkı yoktur. Bizler gelip de onları kapıya koyduğumuz ve ülkelerini ellerinden aldığımız için değil. Onlar mevcut değildir." 

TERÖR ÖRGÜTLERİ KURULUYOR

Siyonistlerin ikinci önemli icraatları ise güya azınlıkta olan Yahudi göçmenleri korumak amacıyla silahlı örgütler kurmaktı. Zaten İngiliz işgalinden önce başta Nili olmak üzere Bilu, Gideon, Bar Giora, Haşumer ve Hamagen gibi örgütler kurarak önemli tecrübeler edinmişlerdi. İşgalden sonra ise Haganah, Palmach, Irgun, Lehi gibi daha profesyonel terör örgütleri kuruldu.

Bu silahlı terör örgütleri, Filistinlileri korkutma, yıldırma hatta öldürme yöntemiyle evlerinden, topraklarından uzaklaştırmak için yoğun faaliyet yapmaya başladılar. İngiliz Manda yönetimi bu terörist eylemleri görmezden gelerek, buna karşı silah edinip ailelerini ve topraklarını korumaya çalışan Filistinlileri ise en ağır şekilde cezalandırılıyordu. Evinde, üzerinde silah veya mermi bulunduran bir Filistinlinin cezası idama kadar gidebiliyordu.

Haganah örgütünü ılımlı gören Menahem Begin ve arkadaşları Irgun örgütünü kurdular. Irgun içindeki radikaller bununla da yetinmeyip Lehi (Stern) örgütünü kurdular. Manda Yönetimini Filistin'i terk etmeye zorlamak için bombalama ve terör eylemleri bu defa İngilizleri hedef almıştı. İngiliz Bakan Lord Moyne 6 Kasım 1944'te bir suikasta kurban gitti. İngilizlerin Kudüs'teki askeri karargahları olan King David Oteli 22 Temmuz 1946'da bombalandı ve 91 kişi öldü. 1947'de İki İngiliz çavuş, hapisteki arkadaşlarını kurtarmak amacıyla Lehi Örgütü tarafından kaçırıldı ve sonrasında öldürüldü.

Bütün bu olaylar artık İngiltere'nin Filistin'den çekilme zamanının geldiğini gösteriyordu. Bunun farkında olan Siyonistler çekilme sonrası planlarını çok iyi yaptıkları halde, lidersiz kalan Filistinliler ise ne yapacaklarını bilmiyordu.

İngiltere, sonunda Filistin meselesinin çözümünü Birleşmiş Milletlere havale etti. ABD'nin ağır baskısı ile Birleşmiş Milletler 29 Kasım 1947 tarihinde aldığı 181 nolu taksim kararıyla, Filistin topraklarını Arap ve Yahudiler arasında böldü: % 56,5 Yahudilere, % 43,5 Araplara verildi.

9 Nisan 1948 Cuma günü sabaha karşı, 600 Filistinli Müslümanın yaşadığı Deyr Yasin köyüne gelen 120 Irgun ve Lehi militanı, acımasız bir katliam yaparak çoluk çocuk demeden tam 254 kişiyi hunharca şehit etti.

MÜLTECİLERİN GERİ DÖNÜŞ HAKKI VERİLMEDİ

Filistinliler evlerinden kısa bir zaman için ayrıldıklarını düşünerek, anahtarlarını yanlarına almışlardı. Filistinliler için evlerinin anahtarları geri dönüş sembolü idi. Yıllar geçse de bir gün mutlaka evlerine geri döneceklerini düşünüyorlardı. Kendileri dönemese de çocukları veya torunları evlerine dönecek, anahtarlarıyla kapılarını açacaklardı. Filistinliler mülteci olarak gittikleri ülkelerde sahipsiz ve kimliksiz geçirdikleri uzun yıllarda, ağır şartlara rağmen yaşamaya devam ettiler. 750 bin olarak başladıkları bu zorlu hayat yolculuğunda nüfusları altı milyonu aştı. Ama onlar, başta ABD ve Avrupa olmak üzere dünyanın büyük bir kısmı tarafından yok sayıldı. Hâlâ yok sayılmaya devam ediliyor.

75 yıldır anahtarlarını kutsal bir emanet olarak saklayan Filistinli mülteciler, hâlâ sabırla "avdetül-kübra" adını verdikleri büyük dönüş gününü bekliyorlar!
Birleşmiş Milletler 11 Aralık 1948'de 194 sayılı kararla mülteci durumundaki Filistinlilerin topraklarına geri dönmesini ve Kudüs'ün uluslararası statüye kavuşmasını öngörmüştü. Fakat hiçbir BM kararına uymayan İsrail, uluslararası hukuku hiçe sayarak mültecilerin geri dönüşüne izin vermemektedir.