Fatih Altaylı Habertürk TV’de yayınlanan Teke Tek programının sonunda siroz hastalığından dolayı vefat eden Atatürk’e yönelik tıbbî bulguları görmezlikten gelerek, şu iddiada bulundu: “Atatürk fazla içki içmekten değil cephede kapmış olduğu mikroplardan, hepatit mikrobundan dolayı Siroz olmuştur, pek çok hastalığı da cepheden gelme hastalıktır.”

Bu tespitler, tıp bilimi açısından hiç de doğru değildir hatta çok yanıltıcıdır. Atatürk’ü aşırı sevenler, Atatürk’ün ölüm sebebinin fazla alkol tüketmekten kaynaklandığını bir türlü kabullenemez. Fatih Altaylı’ya göre Gazi’nin ölüm sebebi, cephelerde kapmış olduğu hepatit mikrobuymuş. Allah, akıl fikir versin. Yeri geldiğinde bilim derler, ama söz konusu Atatürk olunca bizzat kendileri ya komplo teorileri üretirler, ya da gerçek olmayan başka sebepler uydururlar.

Tıp Bilimi Doğruları Söyler

İşte buyurun size resmen tescillenmiş bir doktora eseri: Dr. Eren Akçiçek, Atatürk’ün Sağlığı Hastalıkları ve Ölümü, Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi, İstanbul, 2000, ss. 325-335. Atatürkçü bir kimliğe sahip olan fakat Atatürk’ün daha çok insanî ve sıhhî yönlerini araştırmış olan Dr. Eren Akçiçek, 1,5 yılda hazırlamış olduğu doktora tezinde Atatürk'e klinik olarak ortaya çıkan ‘karaciğer sirozu’ belirtililerinin teşhisinin yerinde fakat geç (ölümünden 10-11 ay önce) konulduğunu tespit etmiştir. Jüri üyeleri tarafından oybirliği ile kabul edilen doktora tezinin ana hipotezi, Atatürk'ün yakalandığı siroz hastalığının fazla alkol tüketiminden kaynaklandığına dayanmaktaydı. Aslında burada konuyu kapatabilirdim. Ama Gazi’nin hastalıkları ve alkole karşı zaafı ile ilgili bazı ilave bilgiler daha vereyim size.

Atatürk’ün Hastalıkları ve Alkole Karşı Tutumu

Gazi, 1923 ve 1927 yıllarında “çok çalışmaktan ve yorgunluktan” dolayı 3 kez kalp krizi geçirmiştir. Bunun yanında Gazi, değişik zamanlarda sıtma, kronik pyelonefrit (böbrek hastalığı), 2 kez zatürree ve gripal enfeksiyonlar geçirmiş ancak yüksek mukavemet gücüyle üstesinden gelebilmiştir. Dönemin hekimleri, meslekî sorumlulukların bir gereği olarak, kendisine her defasında “dinlenme, alkol, tütün ve kahveyi azaltmayı” öğütlemiştir. Ne var ki Atatürk, 1938 yılına kadar bu üç zararlı maddeyi artan oranda tüketmeye devam etmiş olduğu için, bedenî dayanma gücü de iyice zayıflamaya başlamıştır.

Özellikle aralıksız olarak yüksek miktarda alkol kullanan bir kişide, halsizlik, zafiyet, soğuğa direnç azalması, renginde değişiklik, ciltte kaşıntı, burun kanamaları gibi karaciğer yetmezliği belirtileri ortaya çıkar. 1938 başlarında somut bir şekilde iştahsızlık ve halsizlik başta olmak üzere bütün bu belirtiler Atatürk’te görülmüştür. Atatürk’ün vücudunun çeşitli yerlerinde özellikle bacak ve karnında kaşıntılar meydana geliyor ve burun kanamaları güçlükle önlenebiliyordu. Bunun üzerine Atatürk'e siroz teşhisi koymuş olan Dr. Nihat Reşat Belger, özel bir kür tedavisi için Atatürk’ün Yalova Termal'e gitmesini sağladı.

Uzman hekimler, alkol içmeye bağlı siroza yakalanma riski, en az 10 yıl, günde rakı biriminde 3 bardak ve her gün içilmesi şartıyla olabilir demektedir. Bazı Atatürkçüler, Atatürk’ün bu kadar içki içmediğini iddia edebiliyor. Bunu anlayışla karşılayabiliriz ama Atatürk’e en yakın olan şahitlerin itirafları bunun tam tersini söylüyor.

Örneğin Atatürk'e 12 yıl boyunca yani 1927'den 10 Kasım 1938'de ölene kadar sofra hizmetlerinde bulunmuş olan garson Cemal Granda, hatırasında şunları söyler: “Devrin en ünlü rakısı olan Dimitrakopulo'dan Atatürk her gece yarım kilo içerdi” (s. 31). Atatürk, günde yarım litre rakı içtiğine göre bu ayda ortalama olarak 15 litre demektir. Atatürk'ün özel kütüphanecisi Nuri Ulusu'nun hatırasına da bir göz atalım (s. 224): “Atatürk bardağının tam yarısına kadar rakıyı koyar, üzerine de bir o kadar da su ilave ederdi. Rakısının ve suyunun çok soğuk olması şarttı…Rakı şişesinden birinci ve ikinci kadehini üç veya dört yudumda içerdi… Bilahare üçüncü kadehten sonra içmeyi ağırlaştırırdı”.

Peki müşahede ve tedavi sürecinde bütün hekimler Atatürk’e alkol ve sigara yasağı getirdikleri halde rasyonel/akılcı tavsiyelere her zaman riayet eden Atatürk, niçin bu yasağı tatbik edememiştir? Genelde yeterince psiko-sosyal ve tıbbî destek alamayan alkol bağımlılarının “içkiyi bırak veya azalt” tavsiyelerine pek uyamadıkları bir gerçektir. Atatürk, hekimlerin tavsiyelerine kısmen uymuştur. Mesela sigara tüketimini son aylarında 3 paketten bire indirmiştir. Ama içki konusunda tüketimini azalttığına dair elimizde kesin bilgiler bulunmamaktadır. Kaldı ki hekimlerin dışında kimse Atatürk’e etkin bir telkinde bulunma cesaretini gösterememiştir.

Bunun tek bir istinası vardır. O da Cemal Granda’ya göre umumi kâtip Yusuf Hikmet Bayur idi. Ancak Atatürk, Bayur’un nasihatlerine hep şu şekilde karşılık verirmiş: “Ben rakıyı şimdi değil daha Harbiye talebesiyken içerdim. Bugüne kadar da hiç zararını görmedim.” Bayur, bu sözlerin altında kalmaz ve Atatürk’e şöyle akıl verirmiş: “Muhterem Paşam, bugün belki zararını görmediğinizi sanırsınız, fakat yarın göreceksiniz. Siz bu memlekete lazımsınız. Kendinize acımıyorsanız bari bu millete acıyın…”

Bayur, böyle her defasında Atatürk'ün içki içtiğini görünce dayanamaz, “Paşam, şu içkiyi bu kadar içmeseniz daha iyi olur.” dermiş. Atatürk, bu sözleri hep gülümseyerek karşılarmış. O ses çıkartmadıkça Bayur da yüklenerek nasihatlerin dozunu artırırmış. Bir gün Atatürk’ün canına tak demiş olacak ki, Bayur yine içkiyi kötüleyen konferansına başladığı sırada, Atatürk, öfkelenerek, birden bire: “Hikmet Bey, seni Kabil'e sefir yapalım. Oku, öğren ve ilim getir. Bize bu yolda faydalı ol.” demiş. Atatürk’ün içki içmesini engellemek isteyen Bayur, ceza niteliği taşıyan bir emir ile Kabil Büyükelçiliği'ne atanmış ve bu şekilde Türkiye’den uzaklaştırılmıştır. Ne var ki Hikmet Bayur’un öngörüleri, son tahlilde doğru çıkmıştı.

Fatih Altaylı’ya Bir Nasihatim Olacaktı

Biz tahlillerimizde kimseye saygısızlık etmeyiz. Ama tıbbın bilimsel tanılarını da değerlendirmelerimizde dikkate alırız. Fatih Altaylı’nın “Atatürk, alkole bağlı sirozdan dolayı öldü” diyenlerin karşısında tepesi atıyormuş. Sevdiği bir insanı korumak adına hurafelere ve hayalî var sayımlara bel bağlamak, insanları geçici de olsa biraz rahatlatır. Ama bu haleti ruhiyle gerçekleri duyan bir insanın da tepesi haliyle atabilir. Bundan kurtulmanın tek yolu vardır: Atatürk’ün hastalığı ve ölümü ile ilgili tıbbın bilimsel teşhislerini kabul etmek ve sevdiği liderin de nihayetinde zaafları olan bir insan olduğunu kabul etmek.