Suriye’de Esed zulmünün sona ermesi, hürriyet ve barış ortamının gelmesi bütün Müslümanları sevinç ve sürur içinde bıraktı. Biladı Şam gülünce, bütün İslam Alemi bayram etti. Hz. Ömer’den günümüze kadar Müslümanların önemli bir ilim ve siyaset merkezi olan Dımaşk, zulümden azad oldu, Elhamdülillah. Zalim Esed ve oğlunun işkenceleri altında şehid olanlara Allah rahmet eylesin. Böylesine büyük bir zulümden kurtulan Suriye halkına geçmiş olsun.

Bu musibetten kurtulmanın bedeli, tez zamanda birlik ve beraberlik içinde toparlanıp diğer Müslüman ülkelere hüsnü misal olmaktır. Sömürgecilere karşı İslam’ın izzetini gösterip onları bu topraklara bir daha ayak bastırmamaktır. Kudüs ve Harameyni Şerifeyn’in kapısı olan Şamı Şerif, İslam Birliğinin temelinin atıldığı, Müslümanların kendi idarecilerini seçtiği ve halkını temsil etmeyen kukla liderlerin devrildiği bir dönemin miladı olacaktır, İnşaallah.

Tarih boyunca Filistin’e hakim olmak isteyenlerin birinci hedefi Suriye ve Mısır olmuştur. İslam orduları Amr İbnül-As kumandasında 642 yılında Mısır’ı fethetti. Şam ise, 636 yılında Yermük Savaşı’nda Bizans ordusunu mağlup ettikten sonra Halid bin Velid tarafından fethedildi. Ebu Ubeyde bin Cerrah ise. 637 yılında kan dökmeden Kudüs’ü fethetti. Halife Hz. Ömer bizzat Kudüs’e gelerek şehrin anahtarını Rahip Sofronyus’tan aldı, asırlarca sürecek huzur ve barış ortamını sağlayan meşhur “Emanname” yani kurtuluş belgesini Hıristiyanlara verdi.

BİRİNCİ HAÇLI SEFERİ

Haçlılar Papa II. Urbanus’un teşvikiyle Kudüs’e doğru yola çıkarken Selçukluların vur-kaç taktikleri yüzünden çok zor şartlar altında Anadolu’yu geçip Antakya’ya ulaştılar. 1098’de Urfa’yı işgal ettiler, Antakya ve Trablus’ta birer Haçlı Krallığı kurdular. Mısır’a varmaya güçleri yetmedi ama Fatımilerin Kudüs’ü hakkıyla savunup, Haçlı ordusunu durduramayacağını tahmin ettikleri için hızla Yafa’ya ulaştılar. Kuşatma için her türlü malzemeyi limandan alıp Kudüs surlarına vardılar. Fatımiler donanmayı harekete geçirip Yafa’ya gelinceye kadar, 1099 yılının 15 Temmuz’unda Kudüs surlarını aşıp Mescidi Aksa’nın haremini kana boyadılar.

Sultan İmadüddin Zengi Kudüs’e giden yolun Urfa ve Şam’dan geçtiğini çok iyi biliyordu. 1144 yılında Urfa’yı Haçlılardan temizledi. Hayatını Kudüs fethine adayan oğlu Nureddin Zengi ise, ilk hedef olarak Dımaşk’ı seçti. Vali Mücirüddin’in zayıf idaresini bertaraf edip Suriye’nin merkezi olan Şam’ı 1154 yılında ele geçirdi. Burasını Zengi devletinin başkenti yaparak Mısır’ı düşünmeye başladı.

Fatımilerin zayıf idaresi, Bizans ve Haçlıların iştahını kabartıyordu. Mısır, o kadar stratejik bir yerdi ki, buraya hakim olan Filistin ve Kudüs’ün anahtarını eline geçirmiş sayılırdı. Fatımi Halifesi ve onun veziri olan Şaver, Haçlıların hücumu sebebiyle üç defa Nureddin Zengi’den yardım istedi. Sultan Nureddin Zengi, Vezir Esedüddin Şirkuh’u  Mısır seferine gönderdi. Yanına yeğeni Selahaddin’i de alan Şirkuh 1169 yılında Kahire’ye girerek idareye el koydu. Ancak iki ay sonra vefat edince yerine Selahaddin Eyyubi vezir oldu. Nureddin Zengi kendisi adına Mısır Naibi olan Selahaddin’e bir emir vererek 1171 yılında Fatımi Hilafetini lağvettirdi.

SELAHADDİN EYYUBİ TEKRAR ŞAM’DA

1174 yılında Nureddin Zengi ölünce, oğlu, hanımı ve kardeşi saltanat sevdasına düştüler. Zaten bölgedeki Müslüman Emirler birbiriyle kavgalıydılar. Zengi devleti de fiilen ikiye bölününce, artık Kudüs’ün Haçlılardan geri alınması bir hayal oldu. Selahaddin Eyyubi, Kuzey Afrika ve Hicaz bölgesiyle birlikte Mısır’ın sultanıydı. Kudüs diye bir davası olmasaydı, kendisine ve sülalesine bu saltanat fazlasıyla yeterdi. Fakat Nureddin Zengi’nin hayatını adadığı Kudüs bayrağının yere düşmesine gönlü razı olmadı. Hemen toparlanıp Şam’a doğru yola çıktı.

Emirlerin menfaat kavgaları yüzünden adeta cadı kazanına dönen Suriye’de tam 12 sene İslam Birliği’ni sağlamak için uğraştı. Haçlılarla barış anlaşmaları imzalayarak onları oyaladı. Nureddin Zengi’nin dul hanımı İsmetüddin Hatunla evlenerek oğlunun saltanat davasını sona erdirdi. Şam’ı ve Halep’i idaresi altına aldı. Diğer Emirlerin hepsini itaat altına alarak Sultan Nureddin’in kardeşi Seyfeddin Gazi’yi Musul’da sıkıştırdı. Sonunda o da Selahaddin Eyyubi’ye boyun eğmek zorunda kaldı. Böylece muazzam bir İslam ordusu meydana geldi.

Önünde Mısır donanmasının gücü, arkasında Şam ve Suriye ordularının rüzgarı olduğunu iyi bilen Sultan Selahaddin, Haçlıları bir meydan savaşına çekip tamamen bitirmek istiyordu. Bu tuzağa düşmek istemeyen Haçlı ordusu ve Kudüs Kralı için Taberiye Kalesini bir yem olarak kullandı. Kuşatılan kaleyi kurtarmak isteyen Haçlı ordusunu Temmuz sıcağında Hıttin tepelerinde susuz bırakarak savaşmaya mecbur etti. Binlerce ok havada ıslık çalarak uçtu, kılıçlar kıvılcım saçarak birbiriyle çarpıştı. 4 Temmuz gününün sonunda, 30 bin kişilik Haçlı ordusunun yarısı ölmüş yarısı da esir düşmüştü. Esirler arasında Kudüs Kralı Guy de Lüssien, Renauld de Chatillon gibi önemli Haçlı liderleri vardı.

Kahire ve Şam gücü Haçlıları mağlup etmiş ve Kudüs kapılarını ardına kadar açmıştı. Selahaddin Eyyubi 88 yıldır Müslümanlara hasret kalan Kudüs ve Mescidi Aksa’yı 2 Ekim 1187 günü, aynı zamanda 27 Recep Miraç gecesinde yeniden feth etmiş, Halepli Neccarın yıllar önce yapmış olduğu musanna ahşap minberi bu fethin bir nişanesi olarak Kıble Mescidine yerleştirmişti.

Kudüs fatihi ömrünün kalan 5 senesini rahat ve huzur içinde geçirebildi mi? Hayır! Çünkü Kudüs’ün kaybedilmesini bir türlü kabullenemeyen Hıristiyanlar, yeni Papa’nın teşvikiyle tekrar bir Haçlı Seferi hazırlığına başlamışlardı. Üçüncü Haçlı Seferi tarihin en büyük kıtalararası saldırganlığı oldu. Peyderpey gelen 600 bin kişi Kudüs’ü geri alarak, Kutsal Mezar kilisesini ziyaret edip hacı olmayı hayal ediyordu. Fakat bu hayal onlar için bir kabusa dönüştü. Sonunda 100 bin kişi ölmüş, kalanlar da eli boş Avrupa’ya geri dönmüşlerdi. Aslan Yürekli Richard dahil, ne kralları ne de sefil askerleri Kudüs surlarını bile göremediler.

Selahaddin Eyyubi yorgun ama mesut bir şekilde Kudüs’te son Ramazan’ı geçirdi. Sonra Dımaşk’a doğru yola çıktı. Son birkaç aylık ömrünü Şam’da geçirerek, buradan ahiret alemine yolcu edildi. Çok sevdiği Emevi Camii’nin yanındaki kabrinde Haşir sabahını bekliyor.

YAVUZ SULTAN SELİM’İN MISIR SEFERİ

Osmanlı tahtında ancak 8 sene oturabilen Yavuz Sultan Selim Han, iki önemli sefere çıktı. Birisi İslam Aleminde tefrikayı körükleyen Şiiler üzerine, diğeri de hilafeti uhdesinde bulundurduğu halde İslam’ın izzetini ve Harameyn’in kudsiyetini koruyamayan Memlükler üzerine. 1514 yılında Çaldıran Ovasında Şah İsmail’i mağlup eden Yavuz Selim, 1516 yılında Halep’in kuzeyinde  Mercidabık’ta Memluk ordusunu bozguna uğrattı. Bu zafer Suriye ve Filistin kapılarını Osmanlı’ya açtı.

Takvimler 30 Aralık 1516 tarihini gösterirken, Kudüs’te olağanüstü bir hareketlilik yaşanıyordu. Şehrin her dinden ileri gelenleri tarafından hürmet ve tazimle karşılanan Sultan Selimi Evvel, ikindi vakti Kudüs’ün karşısına otağını kurdurmuştu. Kudüsü Şerifi ve mukaddes mekanları merak ve heyecan içinde ziyaret etmeyi düşünen Osmanlı padişahı Yavuz Sultan Selim, akşam namazını Mescidi Aksa’da kılacağını bildirdi.

Padişahın geleceği duyulunca, Veziriazam Sinan Paşa tarafından üç ay önce Osmanlı himayesine katılan Kudüs’te, hummalı bir hazırlık başladı. Kıble Mescidi tam 12 bin kandille aydınlatıldı. Her taraf pırıl pırıl temizlendi, güzel kokular sürüldü. Yavuz Sultan Selim, akşam ezanından önce Mescidi Aksa’ya geldi. Önce Kubbetüs-Sahra’yı ziyaret ederek, Muallak Taşı’nın altındaki mağarada iki rekat namaz kıldı. Daha sonra akşam namazını kılmak için Kıble Mescidine geçti. 12 bin kandilin ışığında adeta gündüz gibi olan mescidde namazını kıldıktan sonra, yatsıya kadar burada kaldı. Halepli Neccar’ın yaptığı ve Selahaddin Eyyubi tarafından getirilip yerine konan muhteşem ahşap minberi ziyaret etti. Yatsı namazını da burada eda ettikten sonra gece otağına geri döndü. Böylece Kudüs ve Mescidi Aksa kendisini 400 sene himaye edecek cesur ve güçlü hamisine kavuşmuş oldu.

1 Ocak 1517 günü Mısır seferine çıkmak üzere Kudüs’ten ayrıldı. En önemli engel olan Sina çölünü 12 günde Allah’ın inayetiyle geçen Sultan Selim, 1517’de Ridaniye Savaşında Memluk ordusunu mağlup etti. “Mısır’ı aldık ama Sinan’ı verdik” diyerek çok sevdiği vezirinin kaybından duyduğu üzüntüyü dile getiren Selim Han, Kahire’ye girerek tarihin akışını Osmanlı lehine döndürdü. Halifelik ve Mukaddes Emanetleri alarak geri dönerken Cuma namazında hutbede “hakimül harameyni şerifeyn” ifadesini duyunca derhal ayağa kalkan Yavuz Sultan Selim Han: “Hayır öyle değil, doğrusu “hadimül harameyni şerifeyn” olmalıdır. Biz ancak mukaddes beldelerin hizmetçisi olabiliriz, hakimi değil.” demişti.

ŞAM’DAN SONRA SIRA KAHİRE’DE

Filistin ve Kudüs’ün ilk anahtarı Şam, Allah’ın inayetiyle Müslümanların eline geçti. Şimdi ikinci önemli anahtar olan Kahire karşımızda duruyor. Rahmetli Mursi’nin ruhaniyeti Mısır halkına sesleniyor. Sırf makamı ve menfaati için Sömürgecilerin emrine giren Siyonist muhibbi Sisi’nin artık suyu ısındı. Ya demokratik bir seçimle gidecek ya da Esed gibi bir gece yarısı kaçacak. Gazze’nin, Kudüs’ün ve Filistin’in anahtarı Kahire’dir. Bu anahtarı Şehit Hasan el-Benna ve Seyyid Kutub'un manevi evlatları en kısa zamanda ele geçirecektir.

Merhum Mursi’nin kendisini yargılayanların suratına bir tokat gibi çarptığı şu sözler, tarihin ibretli sayfalarında yerini almıştır:

"Bu gördüğünüz mahkeme bir gün tekrarlanacak. O gün hepimiz bugünkü şekilde hazır olacağız. Sadece yerimiz değişecek. Güçlü olanla zayıf olan yer değiştirecek. Bugün siz hem dünyanızı hem ahiretinizi kaybettiniz. Bizler Allah'a hamdolsun hem dünyada hem ahirette kazanacağız. Sizler firavunun askerlerisiniz. Allah firavunu helak edince beraberinde askerlerini de helak etti. İnşaallah sırat üzerinde yan yana duracağız. Ve sizlerden tek tek soracağız. Her yaptığınız zulüm anının, bizleri ailemizden ayırdığınız anların hesabını soracağız. Çocukları için yas tutan ve ciğeri yanan her baba için sizden tek tek soracağız. Ve diyeceğiz ki: Rabbimiz onlardan intikamımızı defalarca al. Ta ki gönlümüz ferah oluncaya dek. İyi bakın ve görün sizden öncekiler nasıl öldüler. Kıyamet gününde size, ne Sisi'nin ne de Hüsnü Mübarek'in bir faydası olmayacak."

Mısır tarih boyunca Müslümanların kaderinde çok önemli olaylara sahne olmuş ve bundan sonra da olmaya devam edecektir. İnşaallah yakın zamanda  Mısır ve diğer Ortadoğu ülkelerinde Müslümanların tekrar işbaşına geçmelerinin, Türkiye'nin liderliğinde İslam Birliğinin gerçekleşmesine vesile olacağına yürekten inanıyorum.