Mimarlık tarihçilerinin eksik ama en fazla tekrarladıkları beylik tanım, mimarlığın bir giydirme sanatı olduğudur.

Bunun temelindeki düşünceyi ise August Schmarsow şöyle özetler: “Tarihçi, tarihsel değişimin güvenilmez doğasını anlamamızı sağlayacak ipucunu sadece insan doğasının en içteki örgütlenmesinden türeyen genetik açıklamadan elde edebileceğini gayet iyi bilir.”

Genetikten söz edilen yerde aslında kökenden, arketipten, daha genel söyleyişle varlığın varlık bilgisinden söz edildiği aşikardır ve buna göre giydirme sanatı olarak mimari, varlığın varlık olmak bakımından hak ve talep ettiği örtünün en somut bir delildir.

Bu bakımdan varlık ve örtü ilişkisi üzerine düşünmekten aciz olanların, ondan salt din(sizlik) esasında siyasi bir problem üretmeye çalışmalarının bilgi ve bilim yönünden hiçbir karşılığı yoktur.

Zira bu, bizzat örtülünün üretmek istediği bir sonuçtur veya felsefi bir dille söyleyecek olursak bu tarz bir çabanın kendisi din(sizliğ)i akıl için bir örtü kılmaktan ibarettir.

Burada din kelimesine vurgu yapmamızın nedeni, örtünün dinden yani şeriatlardan önce varlığın varlığıyla kaim olmasındandır. Diğer bir söyleyişle varlık ve örtü ilişkisi takdiri değil tekvinidir. İnanç ya da siyaset anlamında şeriatlar ve sair düşünme tarzları varlığa bitişik olan örtünün, örtmenin, örtünmenin ahlak ve formlarının belirlenmesiyle ilgilidir.

Hemen burada form kelimesiyle neyi kastettiğimiz belirtmemiz elzemdir: En dar ve ilk anlamıyla şekil dediğimiz ve bu yanıyla maddi olana münhasır kıldığımız form, madde ile ilgili duyum, algı ve yargının da oluşturduğu şeydir. Örneğin kılıç savaşın, kalkan savunmanın, kipa Yahudiliğin, takke Müslümanlığın, çıplaklık hayvanlığın, örtü insanlığın… formudur. Dolayısıyla fiziki ve manevi olarak kendisine suret yüklenilebilen her şey formdur.

Bu bağlamda, William Hogarth (ö. 1764) ressamların nesneleri kabuk tarzında düşünmelerini, onu içten kavramanın da bir gereği olarak görmüş, bunun nesnenin bütünü hakkındaki kavrayışı güçlendirdiğini belirtmiştir. (Güzelliğin Analizi, Trc.: Atilla Erol, Januz Yayınları, İstanbul 2020)

Gaston Bachelard (ö. 1962) Mekanın Poetikası’nda “Yaşamın ilk çabası kabuk oluşturmaktır” sözüyle mekanın tanzimini ya da bir ev edinmeyi varlığın örtünme arzusuna tabi kılarken, Maurice Merleau-Ponty de (ö. 1961), örtünmeyi doğrudan varlığın kendilik bilinciyle ve ruhsal idrakiyle şöyle ilişkilendirmiştir:

“İnsani varoluşu ‘baş aşağı’ çevirmek söz konusu değildir. Hiç kuşku yok ki mahcup olup utanmanın, arzunun ve sevginin, genel olarak metafizik bir imlemeye sahip olduğunu, yani insana doğa yasalarıyla yönetilen bir makine veyahut bir ‘içgüdü demeti’ muamelesi edildiğinde bunların anlaşılmaz olduğunu, bunların bilinç olarak insanla ve özgürlük olarak insanla ilgili olduğunu kabul etmek gerekir. İnsan normalde bedenini göstermez ve gösterdiğinde de bunu ya endişeyle ya etkileme yönelimiyle yapar. Ona öyle gelir ki bedenini kat eden yabancı bakış onu kendisinden kaçırır veya tersine, bedeninin sergilenmesi başkasını savunmasızca ona teslim edecektir ve o zaman da köle durumuna indirgenen başkası olacaktır. O halde utanç ve utanmazlık, köle-efendi diyalektiği olan ben ve başkası diyalektiği içinde yer alır: Bir bedenim olduğu ölçüde, başkasının bakışı altında nesneye indirgenebilirim ve onun için bir kişi olmaktan çıkabilirim veya tersine, onun efendisi olabilir ve ona bakabilirim. Ama bu efendilik bir çıkmaz yoldur, zira benim değerim başkasının arzusuyla kabul edildiği andan itibaren, başkası artık beni tanımasını istediğim kişi değildir, etki altındaki bir varlıktır, özgürlüğü yoktur ve bu bakımdan artık benim için önemli değildir. Öyleyse bir bedenim olduğunu söylemek, bir nesne gibi görülebileceğimi ve özne gibi görülmeye çalıştığımı başkasının benim efendim veya kölem olabileceğini, öyle ki utanç ve utanmazlığın bilinçler çoğulluğunun diyalektiğini ifade ettiğini ve bunların pekâlâ bir metafizik imlemesi olduğunu söylemenin bir yoludur.” (Algının Fenomenolojisi, Trc.: Emine Sarıkartal – Eylem Hacımuratoğlu, İthaki Yayınları, İstanbul 2016)

Bunlardan hareketle örtünün, örtmenin ve örtünmenin bir varlık hakkı olduğunu tekrar vurgulamalıyız ve bu nedenle varlık / insan ve örtü ilişkisinde kopması mümkün olmayan bağı, hangi niyet ve nedenle olursa olsun yıpratmaya çalışanların insanlıktan henüz nasip almamış ve dolayısıyla varlık hakkında konuşma ehliyeti olmayan garip bir tür olduklarını -altını çizerek- belirtmek durumundayız.