Sanayimiz bir yandan değişik alanlarda sıçrama üstüne sıçrama yaparken hangi iş verenle karşılaşsanız nitelikli ara işgücü bulamamaktan şikâyetçi. 

Bir kısım iş verenlere göre, ülkenin üniversite mezunlarına ihtiyacı yok. Üniversite bitirmek çözüm değil. Meslek Yüksek Okulu bölümleri daha önemli.

Üniversite mezunları iş bulamadığından bölüm üstüne bölüm değiştiriyorlar.   MYO Optisyenlik programında verdiğim Genel Kimya dersinde 40 yaşlarını aşmış bir tıp doktorunu öğrenci olarak görünce şaşırmıştım. Başka bölümler okuyarak meslek değiştiren ya da ek mesleklerden diploma alarak meslek bulacağını ümit eden çok sayıda   insan var. 

Üniversite bitirdim diye eline diploma alan, ben ne zaman müdür, mühendis, öğretmen… olacağımın derdine düşüyor.  Bir yandan da  “herkese üniversite diploması” diyerek tehlikeli bir gidişin yolunu açıyoruz.  İşsizliğin çözümünün mesleki planlamadan geçtiğini göremiyoruz.

Son zamanlarda alınan bir kararla YKS de barajın kaldırılması daha fazla öğrencinin üniversitelere kaydolması anlamına gelebilir. Eğer öyle olursa diplomalı işsizliğin boyutu daha da artacaktır.

Yeni bir düzenlemeye göre yüzlerce sorudan tek soru yapan bile üniversiteye girebilecek!  Üniversitelerde eğitimde de barajlar iyice düşürüldüğünden   her lise mezunun  üniversiteye girme yolu açılacak ve her üniversiteye giren de mezun olacak demektir. 

İşe girişlerde liyakat aranmadığına göre elinde belgesi olan herkes işe başvuru için asgari şartları yerine getirmiş olacaktır.

Gidişata göre,  ülkemizde hala geçerli olan “adam olma adamın olsun” modeli daha da kuvvet kazanabilir.

Barajların kaldırılması niteliksizliği özendirmekten başka bir sonucu olmayacak diye düşünürüm. Öğrenci olarak en baştan itibaren en kolay belgeyi alacağın yolu izle."Hamili kart yakinimdir” ayrıcalığın varsa ülkede oturamayacağın makam ve koltuk olmayacak demektir.

Bununla beraber, YKS barajının kaldırılması  sadece  meslek öğreten kurumlara girişte uygulanırsa anlamlı sonuçları da  olabilir.  2000 yılından sonra 15 yıl kadar meslek yüksekokullarına sınavsız geçiş uygulandı. Mesela,  aşçılık bölümüne sınavla öğrenci almak çok da anlamlı değil.  Yine at yetiştiriciliği bölümüne sınav uygulamak da çok doğru olmayabilir. Aynı şekilde  elektrik teknikeri, makine teknikeri olacak öğrenciye ÖSYM sorularına tabi tutmak çok da anlamlı görünmüyor. 
Merkezi sınavlar tamamen  kalksın demiyoruz elbette. Üniversiteye geçişte tek kriter olmaktan çıkarılsın diyoruz. Mesela onun yanında Bitirme sınavları ve Akretitasyon gibi   sistemler gelsin. Üniversitelerin kendi kriterleri ve barajları olsun. 

Merkezi sınavlar, eğitimi yozlaştırıyor. Okulları adeta hazırlık kurslarına çeviriyor. ÖSYM nin sınav sistemi MEB’in sistemine mukabil bir  “paralel müfredat” doğuruyor.  

Yanlışlığın “plansız yüksek öğretimde” olduğunun altını çizelim. Plansız lise ve mesleki eğitim kadar plansız yüksek öğretim tehlikeli sonuçlar doğuruyor.  Hali hazırda bir üniversite mezununa karşılık piyasada  beş on kata  ara gücü insana ihtiyaç var. En yüksek işsizlik oranı üniversite mezunları arasında.  Bu yüzden plansız yüksek öğretim SOS veriyor.  Üniversite mezunu işsizlik tavan yapmaya başladı.

Artan üniversite talebinden dolayı özellikle vakıf üniversiteleri sayısında son yıllarda hızlı bir artış var. Vakıf üniversitelerine bakarsanız bir kısmı göstermelik laboratuvar ve uygulama merkezleri ile dışarıdan toplama üç beş hocayla işi götürmeye çalışıyorlar. 

Tabi ki tek derdi “para kazanmak” olmayan, eğitim kaygısı öne çıkan vakıf üniversiteleri de var. Onlara sözümüz olamaz. Çoğu iş yerlerinden dönüştürme kampüs bulunmayan yapılanmalara esasen “üniversite” adını vermek de  çok yanlış.  

Siyaset Bilimi, Uluslararası İlişkiler gibi bölümlerden mezun olanlar dışarıya çıktığı zaman şunu görüyor:  Siyaset yapmak için bilime gerek yok...  Baksanıza belediyelerin yönetimlerine!  Şehircilikte uzman insan pek göremezsiniz. Gerçi sadece belediye meclisi üyesi olmak için değil, milletvekili olmak için bile okulunu bitirmeye/eğitimini almaya gerek yok.  

Bilimden ve estetik kaygısı olmayan yetkililerden oluşan yönetimlerin onayladığı kentin ortasına “kıyamet kazıkları” gibi dikilen gökdelenler, kültürümüzü ve medeniyetimizi yansıtmayan “kimliksiz” şehirlerimizin hali acaba neyin işareti?!. 

İki yıl araştırma için bulunduğum Almanya’da gördüğüm şuydu: Berberi ve çobanı, boyacısı bile sahası ile ilgili meslek okulunu bitirmek zorundadır. Mesleki eğitimde planlama her kaygının başında geliyor. Okul kontenjanları piyasa ihtiyacına göre belirleniyor.  Araştırınca, Almanya’nın sağlam mesleki eğitiminin  Osmanlının “Ahilik” sistemine dayandığını görürsünüz.

Kendiniz olmayınca, aslınıza dönmeyince  dışarıdan ithal  “kimliksiz” yapınızla doğru bir “kopyalama” bile yapamıyorsunuz. Karikatür taklitler ortaya çıkıyor.

Ülkemizde siyasetten  anlamayan kişi milletvekili olabiliyor. Halbuki “beğenmediğiniz” Osmanlının son dönemlerinde uygulamaya geçen  meclis sisteminde mebuslar  için bile belli kriterler vardı.
 

Sözün özeti, bizdeki eğitim nereye gideceğini bilmeden yola koyulan şaşkınların haline benziyor.

Yol nereye götürürse oraya giderim mantığı ile eğitim-öğretim yapmaya artık bir son vermeliyiz. Göstermelik eğitime son verelim. Memleket kaynakları israf olmaktan kurtulsun.  

Yapılan bir araştırmaya göre çalışanların yüzde 84'ü işinden memnun değil. 11 bin 350 kişi arasında yapılan ankete katılanların yüzde 72'si işini değiştirmeyi düşünürken, sadece yüzde 16'sı işinden memnun.

İşini sevmeyenlerin oranının çok yüksek olduğu böyle bir ortamda insanımızın mutluluğundan ve iş verimliliğinden söz edebilir miyiz? 

Anket şunu da gösteriyor; üniversitelerden yeni mezun olan adaylar, uzun süren iş aramalarının ardından, istedikleri gibi bir iş bulamıyorlar; sevmedikleri işlerde çalışmak zorunda kalıyorlar.    

İnsanların sevmediği işte kendisini geliştirmesi mümkün olabilir mi? Ülkemizde insanların neden üretken olamadığı gerçeğine bir de bu pencereden bakalım. 
Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) diye devasa bir kuruluş vardı. Bu kuruluş, meslek envanterlerini ve kontenjanları çıkarıyordu. DPT üniversitelere şunu demesi lazımdı. “Kendi kafanıza göre bölüm   açamazsınız, kendi isteğinize göre kontenjan belirleyemezsiniz!” Bir bölüm mezunu öğrenciye ülkenin ihtiyacı yoksa, o bölümün kapanması ya da ihtiyaç olan bölüme dönüştürülmesi gerekir. 

DPT kaldırıldığı için artık bu kurumun böyle söyleme imkanı da kalmadı.  

Geçmişte, “Bize plan değil, pilav lazım” diyen politikacıları da gördü bu ülke. Başından beri planlamayı içlerine sindirememişti yetkililer.  DPT fonksiyonunu yerine getiremedi.  DPT’nin kapısına kilit vurduk…  DPT hükümetlere destek vermek için kurulmuş bir ihtisas birimi idi. Görevi hayatî idi. Ne var ki  planlamayı göz ardı eden bir siyaset anlayışı yerleşmişti. Ehliyet ve liyakatı  takmayan  bir sistem kurulmuştu. 

Meslek Yüksek Okulu mezunlarının hak ve kazanımlarını iyileştirecek, bu okulları ilgi odağı haline getirebilecek kanun teklifleri geçmişte meclis gündemine gelmişti. Demek ki ülkede zaman zaman “doğru çözümleri” düşünenler ve gündeme getirenler varmış!..

Mesela geçmişte gündeme gelmiş çok isabetli bir taslaktan söz edelim:

Taslağa göre; tekniker, yüksek tekniker unvanını alanlar, Meslek Yüksek Okullarının iktisadi bölümlerinden meslek elemanı olarak mezun olanlar ve denk eğitimi görmüş olanlar; diğer meslek gruplarının yetki ve sorumluluklarına sahip bulunacaklar. Kamu ve özel işyerinde ustabaşı, amir, formen, sorumlu şef statüsünde çalışabilmek için, üniversite ve Meslek Yüksek Okulu diplomasını göstermek zorunlu olacaklar. İşverenlere, çalıştırdıkları meslek yüksek okulu mezunlarının yüzde 50’sini geçmemek üzere, sigorta prim muafiyeti tanınacak.

Taslakta ara kalifiye insan gücü yetiştiren bu okullarda okuyan öğrencilerin sigortalı hale gelmesi, Meslek Yüksek Okullarına mevcut merkezi sınavdan farklı olarak ayrı bir sınav (Mesleki Eğitim Sınavı) ile öğrenci kabulü öngörülüyordu.

Temennimiz benzer kanun tekliflerinin yasalaşması, hayata geçirilmesidir.

Meslek Yüksek Okulu mezunlarına dört yıllık üniversiteye geçiş imkânı daha yaygın olarak verilmelidir. Bu hakkın verilmesi bile bu okulların cazibesini önemli ölçüde artırmaya vesile olabilir. 

Üniversite önünde yığılmanın önlenmesi, mesleki eğitime yönlendirme için her kesimde ve her eğitim kurumunda hedef olarak üniversitenin gösterilmesi yanlış anlayışının kaldırılması gerekiyor bir kere. 

Lise çağındaki hemen her öğrencide bir meslek edinme yerine üniversiteye girme arzusu var. Çaba gerektiren işler yapmayı, hizmet etmeyi bir aşağılanma olarak kabul eden değer yargılarımız var maalesef. 

Bir beceri sahibi olarak ayakları üzerinde durmayı değil, diploma sahibi olarak işsiz kalmayı tercih edebiliyoruz.

Tabi önemli olan tüketici toplum kavramından üretici toplum kavramına geçebilmek; yani eğitimi, verileni yineleyen, ama kendisi bir şey üretemeyen yapısından kurtarabilmek... Hiç şüphe olmasın o zaman meslek okulları daha da revaçta olacak. Üretken bir toplum anlayışına geçersek o zaman şimdiki devlet kapısında iş bulma anlayışı da sona erecek ve mesleki eğitim önemli bir cazibeye kavuşacaktır. 

Sözün özeti; mesleki eğitimin ayağa kaldırılması ve gereken itibara kavuşması için aslında yapılması gerekenler çok da karmaşık şeyler değil. İlk yapılması gereken, meslek sözlüğünün hazırlanması ve mesleklerin sertifikalanması, mezunların statü ve haklarının kanunlarda açık ve belirli hale getirilmesi, mesleklerin gerçek ihtiyaçlara göre çeşitlenmesidir. 

Meslek ne kadar basit görünürse görünsün diploması ve eğitimi olmayanlara ilgili mesleklerde iş yapma yetkisi verilmemelidir. Bu çerçevede ikinci olarak mesleklerin yasal ve piyasa ile ilgili uyumunun sağlanması, son olarak da okul, atölye ve eğiticilerinin hazırlanmasıdır.

Yapılması gereken önemli işlerden birisi de Meslek Yüksek Okullarının (MYO) üniversitelerden ayrılması ve ilgili bakanlıklara bağlı kurumlar haline getirilmesidir.
İş ve İşçi Bulma Kurumu, MEB ve YÖK ve diğer ilgili kuruluşlar o sene için her mesleğe ait gerçek ihtiyacın belirlenmesi yönünde çalışma yapıyorlar mı? Bunun yanında mesleklerin piyasa ve iş dünyası ile intibakının sağlanması ve ayrıca yasal zemin oluşturulmak için çalışmalarda bulunuyorlar mı? Okulların uygulama alanları ve eğiticilerinin/hocalarının hazırlanması yönünde gayret içindeler mi? 

Bu soruların “olumlu” cevapları olsaydı, bu satırları yazmış olmayacaktım. 

Temennimiz çözümde daha fazla gecikilmemesi…