"Kutsal Su Zemzem /Zübeyde Su Yolu"  adlı TRT ‘de gösterime  giren bir belgeselde Zemzem suyunun tarihi geçmişi,  inanç, sosyal yaşam, ekolojik denge ve bilimsel yönleri  uzmanların verdikleri özel röportajlarda dile getiriliyordu.  Zemzem suyunun, “mayalama özelliği,” enerji kaynağı, ses ve melodiler karşısında farklı şekillere dönüşmesi dikkatimi çekince  konuda biraz araştırma yaptım ve  konunun  frekans yada titreşim bilimini ilgilendirdiğini farkettim.   Varlığın gözden kaçırılan boyutu,   yada bilerek görmezden gelinin madde ötesi  ciheti gündeme gelmektedir.  Evet konunun biyorezonans, bilimi, frekansla teşhis ve tedavi yöntemi ile ilgisi var. Hatta konu homeopati ile de ilgili görünüyor. Ancak bizim dikkat çekmek istediğimiz huşus  niyet ve düşüncelerimizin (hatta sözlerimizin) önemi ve gücü konusunda olacak.    

Belgeselde,  Alman bilim adamı, Dr.  Knut Pfeiffer, sular üzerinde araştırma sonuçlarına yer verilmektedir. "Kutsal Su Zemzem /Zübeyde Su Yolu" belgeseline konuşan Japon ve Alman bilim adamları zemzemle ilgili hayrete düşürücü şeyler anlatıyorlar. Zemzem, ezan okunduğunda berraklaşıyor, çan çaldığında ise kararıyor.  Zemzem suyundan içtikten 35 dakika sonra kişinin rahatladığını gösteren sonuçlar elde edilmiş. Araştırma derinleştikce şaşırtıcı gerçeklerle karşılaşmışlar araştırmacılar. Zemzemin mayalama özelliği yanında, enerji ve şifa kaynağı olduğu tespit edilmiş. Bilim adamı bu sonuçlar karşısında “ zemzem suyu her şart altında değişmiyor, değiştiriyor” demektedir.

Alman bilim adamı şunları da anlatıyor: “Bir damla zemzem suyuna yüz damla normal su karıştırdım. Sonuçta gördüm ki suyun hepsi zemzem özelliğine dönüşüyor. Sonra bir damla zemzeme bin damla normal su karıştırdım. Ve yine gördüm ki hepsi zemzeme dönüşmüş. Bunun sebebi nedir, neden? Zemzemde öyle bir enerji var ki başkasını değiştiriyor, fakat kendisi değişmiyor”.

Çocukluğundan bu yana hayatını zemzem suyunu araştırmaya adayan   mühendis    Yahya Hamza Koçak  suyun sırları ile en kapsamlı araştırmaları yapan Dr. Masaru Emoto ile nasıl tanıştığını şöyle anlatıyor: 12 yıl önce Los Angeles’ta bir konferansta Japon bilim adamı Dr. Masaru Emoto ile tanıştım. Suyun hafızasının varlığından bahsediyor, bir sesten diğerine geçerken nasıl etkilendiğini anlatıyordu. Konferans bittikten sonra kendisiyle konuştum.

“Biz Müslümanlar bir bardak suya Kur'an-ı Kerim okuruz ve onu hastaya içiririz. Bir de zemzem suyumuz var. İçildiği niyete göre fayda verdiğine inanılıyor. Araştırma yapabilir misiniz” diye sordum. Bana “bu araştırmalarım esnasında Kur'an-ı Kerim’i kim okuyacak” dedi. Los Angeles ve Tokyo’daki İslam merkezlerinde birilerinin bulunacağını söyledim. On yıl sonra bana su ve kristaller üzerinde yaptığı deneyleri yazdığı bir kitap göndererek beni şaşırttı. Araştırmayı gerçekleştirmiş ve konu üzerine bir kitap yazmış. Su kristalleri besmele, Kur'an-ı Kerim ve ezan okununca şekil değiştiriyor. Zemzem suyu kristalleri dünyadaki diğer su kristallerinden farklı görüntü sergiliyor. Kristaller, Harem’in  (Kabe-i Şerif) uydudan çekilmiş bir resmi gibi görüntü arzediyor. 

Nanoteknolojik sistemler olarak kristal yapılar

 Zemzemin sırrını içindeki iyon, tuz ve mineral gibi, hep maddi cephede arayanlar aradıklarına ulaşamıyorlar.  Maddenin keşfedemediğimiz bir boyutu var:  “Biyoenerji”,  “hayat enerjisi” gibi ad verilen  frekans boyutu .      Bu  “enerji”  yada frekansın bir özelliği, düşünce ve niyetlerimizle bağlantısı var. Düşünce ve niyetlerimizle doğrudan bağlantılı.  

Bu enerjinin “inşa edici” etkisi  moleküllerin kristallenmesinde farklı dizilişlerle kendini gösteriyor. Kristal yapıları kuantum özellikleri gösteren “nanoteknolojik sistemler olarak görmek gerekir. Bazı kristal taşların,  kristal örgülü metallerin “şifa etkilerini” bu çerçevede yaydıkları “frekansla” ilgili olabilir. Her kristal yapının dışa yansıyan frekanstan enerjileri var.

Kristal dizilişlerin, değişik ilahi tecellilere “ayna” olduğunu kristallerde gözlenen “şifa” etkilerine dayanarak söyleyebiliriz.  Atom ve moleküllerin dizilişi hiç tahmin etmediğimiz “nanoteknolojik”  özelliklerin ortaya çıkmasına sebep oluyor.      

Sadece katılar değil sıvılar da kristal özellik sergileyebiliyorlar. Çünkü sıvı halde  de moleküller belli şartlarda   bir  “diziliş” halini, geometrik yapıyı tercih ediyorlar. Bu konu  sıvı kristaller başlığı altında  ele alınıyor.  

Kuantum bilimi bize atomlar ve moleküllerin sırlı dünyasında; metrenin milyarda birisi denen nano boyutta “nurani” kanunların hakim olduğunu söylemektedir. Atom ve molekül düzeyinde maddeden ziyade madde ötesi etkiler hakim. Henüz mahiyetini kavrayamadığız “hayat enerjisi” ve “biyoenerji” gibi konuların  zihnen  büyük ölçüde ihata sahamızın dışında bulunduğunu söyleyebiliriz.

Benveniste’nin Gözlemleri

Japon bilim adamı Dr. Masaru Emoto, içinde 70'ten fazla kristal resmi bulunan Su Kristalleri adlı kitabında her kristal resminin ayrı bir hikayesi anlatılıyor. Masaru, “Su adeta canlı gibi duyguları algılıyor. Bunu duygulara göre farklı kristal desenleri oluşturmakla gösteriyor. Su çevresinden pozitif ve negatif bilgileri alıyor ve ona göre tepki veriyor" diyor.

Duygu ve düşüncelerin maddeye olan etkisine dair sayısız gözlemler bulunuyor. Bu tür çalışmalar sadece Emoto’nun çalışmaları ile sınırlı değil. Su üzerine başka araştırma gruplarının da dikkat çekici çalışmaları var. 

Fransız bilim adamı Dr. Jacques Benveniste’nin bu konudaki keşifleri ilgi çekmektedir:  Bu keşiflerin bir kısmını şu şekilde sıralayabiliriz.  DNA hücreleri belli bir frekansta foton (ışık) yayıyor. Farklı hücreler  farklı frekansta titreşmekte olup, farklı titreşimdeki iki hücre yan yana geldiğinde ise yeni bir frekans oluşturup birlikte bu frekansta titreşmeye başlamaktadır. Elektro manyetik dalgalar ile bir çağlayan oluşturup, ışık hızında yolculuk etmektedir.

Bu çalışmalar, 1980'li yıllarda başlamış. Çalışma grubu suyun hafızası olduğu kanaatına varmışlar. Suya bir madde ekleyerek bir milyon kez sulandırmış ve özel bir alet ile aşırı hızda sallayarak o maddenin etkisinin yok olacağını düşünüyorlarmış işin başında. Ancak sonuç düşündükleri gibi çıkmamış. Hala maddenin suda mevcut olduğunu görmüşler. Deneyleri çok daha fazla sulandırarak tekrarlamışlar. Ne kadar sulandırılırsa da suyun içine en başta eklenmiş olan maddenin etkisinin yok olmadığı görülmüş. Su yüklenen maddeyi bir şekilde hafızaya kaydediyordu.

Bir başka deneyde suya bir zehir yerine sadece zehirin frekansı yüklenmiş. Aynen zehirin kendisi eklenmiş gibi suyun sinekleri öldürdüğü görülmüş. Benveniste’nin araştırmalarını şüphe ile karşılayan Queens Belfast üniversitesi Profesörü Madeleine Ennis, Avrupa ülkelerinden ortak bir araştırma grubu teşkil etmiş. Fransa, İtalya, Belçika, ve Hollandalı bilim adamlarından oluşan ekibi Profesör M. Roberfroid yönetiyordu.

Belçika Katolik Üniversitesinde Benvenisten’in kullandığı orijinal deneydekilerden daha rafine materyaller kullanılmış. Uygulamayla ilgili her dört laboratuvardaki bilim adamları deney çözeltilerinin içinde ne olduğunu bilmeden çalışmışlar. Hatta tüplerin bazılarında sadece saf su varmış. Tüm deney bağımsız bir bilim adamı tarafından koordine ediliyormuş. Bu kişi tüm çözeltileri kodluyor ve bilgiyi topluyordu. 

Sonuç? Yapılan tüm deneyler Benveniste'nin sonuçlarını desteklemiş. Bu sonuçlar üzerine Benveniste,  "12 sene önceye, bizim başladığımız noktaya gittiler" demektedir.  Benveniste ayrıca şunları da söylemektedir: "Biokimyevi maddelerin yaydığı sinyal kaydedilip internet aracılığı ile dünyaya yayılabilir ve bu sinyal biyolojik hücreleri sanki gerçekte o madde varmış gibi etkileyip değişim yapar" .

İnsan bedeni büyük oranda sudan ibaret olduğuna göre,  düşüncelerimiz ve konuştuklarımız bedenimizdeki suya kaydediliyorsa   davranışlarımız ve fiillerimizin de kaydedildiği sonucunu çıkarabiliriz. Bir kayıt ve muhafaza hakikatı ile karşı karşıyayız demektir. Konunun diğer noktası ise, bu kayıtların büyük bir hesap  gününe işaret ediyor olmasıdır. 

Japon Emoto’nun Çalışmaları  

Dr. Emoto, hayatını su konusundaki çalışmalara adamış ve yüz değil, bin değil, on binlerce deney icra etmiş birisi. Neticede, suyun sadece iyi ve kötü bilgileri, müzik ve sözleri değil, hisleri ve şuuru da kaydettiğine şahit olmuş. Su, ne kadar sevgi, duygu ve âhenk dolu ise, altıgen kristal yapısı da o kadar güzel ve düzgün oluyor.Meselâ çekilen fotoğrafların birinde suyun yanında "şeytan" dendiğinde, kristaller kaotik-karmaşık bir biçime giriyor. Güzel sözlerle dua edilen su, berrak ve estetik yapı, mükemmel bir altıgen şekil ile karşınıza çıkıyor. Suya kokulu çiçek yağları uygulandığında su kristalleri o bitkinin şeklini andırıyor. Steril su dolu iki kabın birisine “beni hasta ediyorsun” diğerine de mutluluk ve sevgi ifade eden sözler söylenmiş. Birisi çirkin görüntüler oluştururken, diğeri güzel kristaller oluşturdu.

Japon araştırmacı Emoto’nın su kristalleri üzerine yaptığı deneyler, duygu ve düşüncelerimizin madde dünyasına etkisini göstermesi bakımından dikkat çekici. Kuantum,  insan düşüncesinin maddeyi etkileyen boyutunu ortaya koymaktadır. Bu deneyler aslında insan zihninin kainattan bağımsız olmadığını gösteren somut neticeleri olmaktadır. 

Yiyip içtiklerimizi su ile temizliyoruz. Bir de varlığın “frekans” cephesi var. Peki “bozuk” frekansları nasıl düzelteceğiz  ve  “manevi kirler” de diyeceğimiz bu bozlulmuşluğu nasıl ortadan kaldıracağız?      

Yeme ve içme esnasında başta “besmele” çekiyor, sonunda “elhamdüllilah” diyoruz. Bu davranış ve sözlerimizle nimete (dolayısıyla o nimetin sahibine) hürmetimizi, takdir ve sevgi hislerimizi ifade etmiş oluyoruz. Gerek bu sözler ve gerekse okuduğumuz dualar, pozitif niyet ve düşüncelerimiz  su üzerinde inşa edici ve “düzenleyici” etkide bulunabilir. Gıdaların  negatif etkilerden “temizlemiş” olduğunu düşünebiliriz. Bereket meselesine  de bir açıklık getirebilir.  
Biyorezonans cihazlarının kullanımı gittikçe  yaygınlaşıyor. Frekans bilimi de bunca geliştiğine göre   dikkatimizi bu noktalara çekip geniş çaplı ilmi araştırmalar yapmamız gerekiyor.  

Frekans hakkında  Nikola Teslai  “Eğer evrenin sırlarını bulmak istiyorsanız enerji, frekans ve titreşim konuları üzerine düşünmeniz gerekiyor.” demişti.  Ünlü filozof, bilim adamı, sanatçı, ezoterist, yazar, aynı zamanda antropozofi’nin kurucusu Rudolf Steiner (1861-1925) söyledikleri de önemli:  “Hastalıkların bugün doktorlar ve psikologlar tarafından açıklandığı gibi tarif edilmeyeceği, ancak müzikal terimlerle tıpkı piyanonun notalarından farklı bir nota tınlaması gibi tarif edileceği günlerin geleceğine inanıyorum,” 

Rudolf Steiner    bu konuyu dile getirdiği zamanlarda bu hadiseyi ispatlamak çok daha zordu, Halbuki şu an baktığımızda artık pek çok imkan var.  Aslında hayli de çalışmalar görüyoruz. Ne varki ana akım bilimin aşırı   materyalist baskısı sebebiyle bilim adamlarının bilim camiasından dışlanma korkuları ve tabi ki bilim camiasına yapılan engellemeler  yüzünden  çekinilen bir alan olarak kalıyor. Tıpta gereken değerini bulmuyor. Biz henüz bu konularda yeterli şekilde düşünmüş değiliz. Materyalist tıp anlayışı ve ilaçtaki  büyük rant  bu alana yönelmeyi   kısıtlıyor olabilir.  

Masaru’nun deneylerinde gözlemleri frekanslara dayandığını söyleyebiliriz. Kristal  şekillenmelerinin frekansların tesiri ile ortaya çıktığını düşünebiliriz.   Masaru’nun deneyleri aslında oldukça basit işlemlerden ibaret. Suyun sıfırın altında yirmi derecede donduruyorsunuz. Sıcaklık, eksi beş dereceye gelince kristal teşekkül etmeye başlıyor. 5 mm'lik buz parçasında 0,025 mm (25 mikron) büyüklüğünde kristaller meydana geliyor. 200 defa büyütüldüğünde kristallerin şekli görülüyor ve fotoğrafları alınıyor.
Bu sonuçlar neyin zararlı neyin faydalı olduğu konusunda kanaat oluşturabilir.   Fıtri olanla olmayanı ayırdetmede faydalı olabilir.  Hatta bir şeyin neden günah neden sevap olduğu konusunda da fikir verebilir. Bu konuda çok  gerekli araştırmaların başlanması gerekir. 

Teknoloji Aletlerinden Yayılan Olumsuz Frekansa  Dikkat 

Teknoloji aletleri ile kuşatılmış vaziyetteyiz. Ama ne var ki, televizyon, bilgisayar, cep telefonu, mikrodalga fırın gibi elektromanyetik dalgaların suya verdiği etkinin fotoğrafları pek olumlu görünmüyor. Teknolojik aletlerin suya etkisi, "şeytan" sözcüğü karşısında elde edilenlere benziyor.  

GDO’lu Ürünler

Kirlian fotoğrafçılığı yöntemi de bu sonuçları destekliyor. Gıdaların “aura” denen “duble bedeninin” (biyoenerjik vücut) fotoğrafı alınarak ve doğalınki ile karşılaştırılarak “bozulmalar” gösterilebiliyor. Genlerle oynanması (GDO’lu ürünler)  ve katkı maddeleri katılan gıdaların fıtri hali bozulmakta ve “zararlı” hale getirilmektedir.   “Kirlian fotoğraf yöntemi” ile bu “bozulmalar”  açık bir şekilde gözlenebilmektedir. Bu tür bazı sonuçlar www.kirlian.com sitesinden izlenebilir.   

Canlı Su

Suyu biliyoruz. Şimdi bu canlı su nereden çıktı diyebilirsiniz. Hatta suyun canlısı varsa ölüsü de mi var diye düşünebilirsiniz. Günlük içilen suda farklı olarak su kendisinden ab-ı hayat olarak söz ettirir.  Bazı suların şifalı olması sebebi ile rağbet bulduğunu biliyoruz. Sadece bizde değil, başka ülkelerde de mesela Fransa’nın güneyince Lourdes şifalı suları meşhur olmuştur.  Her yıl milyonlarca insan burayı ziyaret etmektedir.
Doğal ve doğru,  sağlıklı suya bir de  Masaru’nun çalışmaları   ve Kirlian fotoğrafçılığı perspektifinden bakalım.   Bu  sonuçları sunan  bir çok kitap ve kaynaklara rastlıyoruz. Ortak açıklamalar şöyle:   Sadece kaynağından alman su saf görünüyor. Pet şişesinde beklemiş suların “faydalı” olmaktan çıktığını gösteren deliller var.

Dağ buzullarından ve eriyen karlardan nehirlere akan ve kaynaklardan çıkanlar daha sağlıklı sular. 
Her zaman böyle duru  ve “canlı” sulara erişmek mümkün olmadığına göre bir çözüm yolu var mı? Acaba, güzel duygularla ve “dualarla” suyu tekrar “diriltebilir miyiz”. 

Yaşadığınız bölgede “sağlıklı su” bulmak mümkün değilse şunlar tavsiye edilmektedir: Pet şişelerde veya emaye tencerelerde su buzlukta donmaya bırakılmalı. Donmuş suyun erimesine müsaade edilmeli. Ancak suyun dibinde oluşan “kalıntı” kısım atılmalıdır. Hafif,  faydalı ve tadı  güzel suyun buzdan yeni eritilen su olduğu söylenmektedir. Verilen bilgilere göre buzdan eritilen su 10-12 saat “canlı” kalıyor.  

Yemeklerde “bereket ve tad - tuz” kalmamasını  memnuniyetsizlik ve şükürsüzlüğün artmasının bir sonucu olabilir mi?  Acaba, artan riyakarlık, hırs, maddecilik, kıskançlık, şükürsüzlük, helal-haram bilmeme ile birlikte varlığın  “manevi boyutlarında” yıkıcı etkiler mi meydana geliyor?        
Su Kristalleri adlı kitabında Prof. Emoto, pozitif ve doğru düşünme biçimi oluşmasında ve insanların mutluluğunda ve huzura kavuşmasında inanç ve din gerçeğine şöyle dikkat çeker: "21. yüzyılda en önemli olayın ilimle dinin yeniden buluşması olacağını düşünüyorum. Eğer din olmasaydı insan aptallaşacak, modern ilim de hiçbir zaman ortaya çıkmayacaktı.” 

Emoto toplumdaki hastalıkların bu kadar yaygınlaşmasını “ bütün bir insanlığın yozlaşmasına” bağlıyor ve şöyle diyor: “ Bozulan dünyamız için bir şeyler yapmayıp yaralı ruhlarımızı iyileştirmedikce fiziksel hastalıklar yüzünden acı çeken insanların sayısında hiç bir azalma olmayacaktır. Dünyadaki bozulma aslında ruhun bozulmasıdır ve bu darbe, etkisini bütün evrende gösterir.”

Düşüncelerin bozulmasından dolayı yağmur sularının dahi kirlendiği bir dünyada yaşadığımızdan söz ediyor Emoto. “Aslında kirlilik öncelikle kendi bilincimizde ortaya çıktı. Neye mal olursa olsun konforlu bir hayatı gaye edinir hale geldik. Bu bencilliğin bizi çevre kirliliğine götürdüğü aşikardı. Asla durmak bilmedik ve şimdi en ücra köşesi bile zehrimizden nasibini almış bir gezegende yaşıyoruz.”

Emoto, çalışmalarının amacını şöyle tarif ediyor: “Çevrenin bu kadar bozulduğu ve insanların böylesine karmaşa içinde yaşadığı ve uygarlığımızın bizi nasıl bir sona sürüklediğini gördükten bu yana bu projeyi hayata geçirmek istiyordum. Bütün bunların sorumlusunun öncelikle bilim çevrelerindeki çürüme ve yozlaşma olduğunu düşünüyorum; ayrıca otoriteyi elinde bulunduranların kasıtlı olarak bozulmuş bir toplum oluşturmak istediklerini düşünüyorum.”

“Suyun mesajı sevmek ve şükretmektir” diyerek sözünü noktalıyor Emoto. Şimdi daha iyi anlıyoruz değil mi bir bardak suyu içerken niçin başında besmele çekiyor ve sonunda elhamdülillah diyoruz.  Şükür vazifesi yanında bir de “tefekkür” vazifesi var. Su niyetlerimizi ve düşüncelerimizi adeta “anlıyor”. “Canlı” hale gelmenin ifadesi olarak bir “düzene”,  muhtemelen altıgen halli bir tür “sıvı kristal” yapıya bürünüyor.

Su, hücreler arası bilgi alış-verişini sağlıyor. Gün içinde düşündüğünüz ve söylediğimiz her şey tüm hücrelerinizi etkiliyor. Çünkü bedeninizdeki su bunların enerjisini kopyalayıp hücrelere dağıtıyor. Dolayısı ile bir bakıma düşündüğümüz ve konuştuğumuz şeyler haline geliyoruz. Düşündüklerimizin ve konuştuklarımızın kalitesinde yaşıyoruz. Mevlana “siz ne düşünüyorsanız o’sunuz” demişti. 

İçtiği suların saf olmasına dikkat edenler artık onların güzel-hayır duygularla canlanmasına da dikkat etmelidirler.

Bu gelişmeler ışığında, sürekli Kur'an-ı Kerim ve tefsirleri kıraat edilen ve cevşen gibi duaları okuyanların toplumun en hayırhahları olduğunu söylemek mümkün.

Çünkü bu okumaları ile  kendi dünyalarını olduğu kadar   çevreyi “düzene sokmakta”, bozulanların inşa edilmesine vasıta olmaktadırlar.  Sürekli dua etmenin de bir sırrı bu şekilde ortaya çıkmaktadır.

Maddenin duygu ve düşüncelerden etkilendiğini gösteren deney ve gözlemler sadece su ile sınırlı kalmıyor. Mesela  pirinç üzerine yapılan denemeler de var.  İçinde haşlanmış pirinç bulunan kavanozlardan birine teşekkür diğerine aptal yazılır. Bir ay boyunca bu sözler şişelere tekrarlanır. "Aptal" denen kavanozun içindeki pirinçler siyahlaşır ve kavanozdan oldukça fena kokular yayılmaya başlar. Diğer şişedeki pirinç bozulmadığı gibi etrafa hoş  koku neşreder üstelik.  
Bu  bu tür  deneyleri  kendimiz de tekrarlayabiliriz. Nitekim  merak edip bu  deneyi çocukları ile birlikte evde tekrarlayan bir doktor  tanıdık,  müşahedelerini bana hayretle anlatmıştı.   

Niyet ve Nazar

Günümüzün insanın huzursuzluğunun kaynağını “kurulu ilahi nizamı” bozmasında aramalıyız. Hayata hırsla saldıran, minnettarlık ve kanaatkarlık duygusundan uzaklaşan, gerçek sevgi, iman ve ihlastan mahrum menfaat ve egosunu ilah haline getiren insanoğlu kainatın başına bir tür “bela” haline gelmektedir.
 Görünen o ki olayları ve varlıkları “değerlendirme ve etkileme” yetkisi kendisine verilen insanoğlunun başta gelen bir vazifesi ortaya çıkan yeni manzaraları ve gerçekleri doğru biçimde algılamaktır. Evrenin bizim düşünce ve niyetlerimize cevap veren bir tür matriks düzeneği olduğunun farkına varabilmektir. Zararlı ve yıkıcı arzuaların arkasında mı koşturuyoruz? Yoksa iyiliğin ve aydınlığın peşinden mi ilerliyoruz? İsteklerimizde ve niyetlerimizde ne denli samimiyiz ve doğru istekler peşindeyiz? Duası çok içtenliği yüksek birisi miyiz?

Evet düşüncelerimiz gibi niyetlerimiz de çok önemli. Niyet ölmüş cansız şeye can veren toprağı altın, kömürü elmas yapan hasiyete sahiptir.  Aslında oturup bu sonuçların felsefeye ve hayata bakan yönünü  analiz  etmiş ve yorumlamış değiliz. Özellikle olumsuz haberleri verme üzerine kurulu yazılı ve görsel medyamızın insanımızın ruh dünyasında ve çevrede ne kadar yıkıcı bir etkide bulunduğunu oturup değerlendirmesini yapmış değiliz. Evet bu tür yayınlarla insanın fıtri güzelliğine bir saldırı  olduğunun artık farkına varılmalıdır.

Cansız madde, canlı bir çiçek yada hayvan bir yana, azarladığımız, horladığımız çocukları atom ve molekül düzeyinde olduğu kadar ruh-aura (duble beden) planında da düzensizliğe mahkum etmiş oluyoruz.  Onların  kainatla kurulmuş olan  güzel bağlarını ve enerji hatlarını kesiyoruz. Çocukların kendileri ile barışık, olumlu-üretken fertler haline gelmesi için  sevgi-şefkat ve takdir-ümit-şevk ortamından beslenirler.   Okul ve eğitim yuvaları her şeyden önce bu gerçeğin farkına varmalıdır.

Kaynakça

Science of Water – Office Masaru Emoto (masaru-emoto.net)
Zemzemle ilgili tartışmalar için şu form sitesine bakılabilir Zam Zam water and the vibrational effects on :Crystal Formations | Sciforums
Masaru Emoto'nun çalışmaları, fotoğrafları ile yayınlanmış olan  Suyun Gizli Mesajı (Kuraldışı yayınları)  isimli kitabında yer alıyor.