Değerli dostlar, kıymetli habervakti okuyucuları, Ahmet Turgut ile dört ay içinde ikinci röportajı yapıyoruz. İlki, küresel bir operasyonu deşifre etmek adına gösterime hazırlanan bir sinema filmiyle alakalıydı. O günlerde röportajla yetinmemiş, konuyu ve konuğu ekranlara taşıyarak Akit TV’de “Derin Gerçekler” programında da kamuoyunu bilgilendirmiştik. Arzu edenler o önemli röportajı tıklayarak okuyabilir. Bu kezAhmet Turgut’un son kitabı hakkında konuşacağız. “Horasan Şehidi”…

Evet; Horasan Şehidi romanı, Emevilerin Ehl-i Beyt’e ve diğer Müslümanlara yaptıkları zulümleri, Türk-Emevi savaşlarını, Horasanlı Ebu Müslim önderliğinde başlayan Abbasi ihtilalini ve tüm bu sürecin peşi sıra gelişen Çin’in Orta Asya işgaline karşı Talas’ta verilen savaşı konu ediyor. Tabii kitapta gizli özne yine Âl-i Muhammed…

Okumazdan önce romanın altı yüz sayfa kabilinden kalın bir eser olmasını yadırgamıştım. Lakin bitirince fark ettim. Bu hikâye için‘’600 sayfa yetmemiş’’ diyen okurlar da çıkacaktır pekâlâ. Hele de Merv, Belh, Taşkent, Buhara, Semerkant, Beykent misal Horasan illerinde yaptığımız o tarihi yolculuk, iki üç romanlık bir hacme değer.

Bülent Deniz:Ahmet Turgut, öncelikle kitabınız hayırlı olsun! Tam kapanma dönemini nasıl yorumluyorsunuz? Neler yapıyorsunuz?

Ahmet Turgut: Ramazan aylarının hassaten son üçte birinde itikâfa girilmesi sünnettir malumunuz. Rıza-ı ilahi uğruna gönüllüce girişilen bir iştir itikâf. Lakin pandemi ve tam kapanma süreci, kerhen dahi olsa evlerimize kapatıyor bizi. Her zorluğun içindeki kolaylığı yahut şer görünen işlerdeki hayrı arayan gönüller, bu kapanma dönemini hayra çevirmek isteyebilirler. Nitekim hızlı yaşıyoruz. Hız ve haz 21. asrın iki karakteristiği. Hazzı oruç nedeniyle kontrol altına aldığımız gibi kapanma sürecini de yavaşlayıp kendimizi ve hayatı okumak için fırsat edinebiliriz. 

Bülent Deniz: En başta da söylemiştim; “Horasan Şehidi”, okurlarınız için Ramazan müjdesi oldu âdeta. Kapakta yer alan “Türklerin İslâmiyet’le Tanıştığı Asrın Romanı” üst başlığına atıfla sormak istiyorum. Türklerin İslamiyet’le tanışıklığı ne kadar gerilere gidiyor? Misal, Ashab nesli içerisinde Türkler var mıydı?

Ahmet Turgut:“İlk Müslüman Türk kimdir?” diye sorunca bazı tarihçiler bizi “Sümeyye” ismine götürmekte. Kimdir Hz.Sümeyye? Hz.Yasir’in eşi ve meşhur sahabe Ammar bin Yasir’in(ra) annesi…

Nübüvvetin 6. yılında şehit olmuştu malumunuz. Ebu Cehil, Hz.Sümeyye’den sonra eşi Hz.Yasir’i de şehit etmişti. Bu vakıa Din-i Mübin uğruna ilk şehitlerin köleler olduğunu haber veriyor. Nitekim Yasir,köle olarak doğmuş bir Yemenliydi. Sümeyye ise sonradan köle edilmiş Horasanlı bir hanımdı. Muhammed Hamidullah, Hz. Sümeyye’nin asıl isminin “Pambıh” olduğunu söylüyor ve ana dilinin Türkçe olduğunu ekliyor. Buradan hareketle, ilk Müslüman Türk’ün Hz.Sümeyye olduğunu söyleyebiliriz pekâlâ.

Hicretten sonra Medineli Müslüman bir aile olarak Süreycileri görüyoruz. Demirci ustası olan bu ailenin Araplarca “Eftalit” denilen Akhun yurdundan Hicaz’a geldiğini söylüyor tarihçiler.

Bülent Deniz: Süreycilere atfen kılıç ustası Ubeydullah’ın Osman Bin Talha’nın talimatıyla dövdüğü ve kabzasına Kayı boyu tamgasını vurduğu bir kılıç vakıasından bahsediliyor! O kılıç Hz. Osman’a hediye edilir ve aynı kılıç yıllar sonra Şeyh Edebali eliyle Devlet-i Ali Osman’ın kuruluş aşamasında devlet ikamesi için Osman Gazi’ye verildiği söylenir. Nasıl yorumluyorsunuz bu yaklaşımları?

Ahmet Turgut:Elimizde böylesi bir kılıç yok. Nitekim günün birinde Osman Gazi’ye verebilmek için kimler, niçin altı yedi asır boyunca bir kılıcı saklar? Devletlerin kuruluşuna dair anlatılan böylesi kutsal emanetler, rüyalar, dualar; tarihi bir bilginin değil, temenninin dışavurumudur. Nitekim hemen hemen aynı anlatımları Orta Asya’da Timurlular, Mısır’da Memluklular veya İran’da Safeviler için de dinliyoruz.

Bülent Deniz: Peki Efendimizden sonraki döneme gidelim!Raşid Halifeler döneminde Türklerin İslâmiyet’le ilişkisi ne düzeydeydi?

Ahmet Turgut:Tarihi “Horasan” coğrafyası, İran’ın doğusundan başlayıp Türkmenistan, Özbekistan, Afganistan’ın kuzeyi, Tacikistan ve Kırgızistan’ı kapsar. Bahsi geçen bu coğrafyanın batı hududu, Hz.Osman döneminde Müslüman ordularla tanışmıştı. Horasan şehirlerinde daha çok Farisiler ve Soğd halkı (Taciklerin ataları) yaşıyordu. Türklerin az bir kısmı şehirlerde yerleşik hayata geçmişken, çoğunluğu bozkır obalarında göçebe hayat sürüyordu. Hulefa-i Raşidin döneminde topyekûn Müslüman olmuş bir oba bilmiyoruz. Tarih bu dönem için daha çok aile düzeyinde mühtedi Türklerden bahsediyor. Horasan’ın diğer halkları gibi Türkler de cizye karşılığında eski sosyo-kültürel ve dini hayatlarına devam ediyorlardı.

Bülent Deniz: Ömer bin Abdulaziz dönemini hariç tutaraksonraki süreçte Emevi-Türk savaşlarına şahit oluyoruz! Neden Emevi-Türk? Neden Müslümanlar ve inanmayanların savaşı değil? Çünkü Türkler o dönemde henüz İslam’a girmemişlerdi.

Ahmet Turgut:Emeviler, Hz.Osman döneminde yapılan anlaşmaları bozmuşlardı. Vergileri artırmakla da yetinmeyip Horasan şehirlerine ve kırsalına Bedevi aşiretler iskân etmeye başladılar. Bunun üzerine bir iki nesildir Daru’l-İslam olan topraklarda Türklerle Emeviler arasında çatışmalar başlamıştı.

Neden bu savaşlar, “Müslümanlarla gayrı-müslimlerin” değil de “Türklerle Emevilerin” savaşı olarak görülüyor? Cevap gayet basit. Zira Emeviler, din adına savaşmıyorlardı. Resulûllah (sav) ve Raşid Halifeler Dönemi’nde tüm savaşlar tebliğ eksenlidir. Oysa Emeviler, savaşlardan önce veya sonra bölge ahalisine dini tebliğde bulunmadığı gibi Müslüman olurlarsa ödeyecekleri vergi düşeceği için Müslüman olan gayrı-Arap topluluklara bile gayrı-müslim muamele yapıyor ve onlara “Mevali” diyorlardı. Özetle; Emeviler din adına değil, saltanat adına ve vergi-talan için savaşan bir hanedandı.

Dönüyoruz tarihi sürece! 706-715 yılları arasında Horasan Genel Valiliğine atanan Kuteybe bin Müslim, önce Oğuz isyanlarını bastırdı. Ardı sıra Ceyhun Nehri’nin aşıp Maveraünnehir’e akınlar düzenledi. Muaviye bin Ebu Süfyan döneminde üç kere kuşatılan ama girilemeyen Buhara ve havalisine girdi. Sonrasında Seyhun havalisine ilerledi. Bu dönemde Horasan ve Maveraünnehir coğrafyasında güçlü ve merkezi yapıda bir Türk devleti yoktu. Türkeş tiginleri ve oba beyleri Emevilere karşı lokal direnişler gösterdiler. Kırk yılı bulan bu direnişler ve savaşlar esnasında Buhara, Semerkant, Tırmiz, Nesef, Beykent gibi şehirler beş altı kez karşılıklı el değiştirdi.

Gerek Kuteybe döneminde, gerekse sonrasında İslam tarihçilerinin zikrettiği hayli kanlı katliamlar işledi Emevi ordusu. Misal; Cürcan şehrini kuşatan Emevi kumandanı Yezid bin Mühelleb, şehre girince kâfir Türklerin ve diğer Acemlerin kanlarıyla değirmeni döndürüp buğdaydan un yapıp ekmek yiyeceğine dair söz verir. Yedi aylık kuşatma sonrasında şehre girer ve Enderiz Nehri kıyısında yirmi bine yakın sivili keser, kanlarından değirmeni döndürüp ekmeğini yer. Keza Talakan’da da benzeri toplu katliamlar yapmıştıEmeviler.

Bülent Deniz: Burada yaklaşımınız ve hatta iddianız ‘’din adına’’ tebliğ ve fetih gayretiyle değil daha çok Emevilerin siyasi-ideolojik-dinden uzak-saldırgan ve toprak elde etme refleksiyle hareket ettikleri yönünde! Bu yaklaşıma göre ‘’Dönemin Emevi valileri katliam yaptılar ve hatta etnik soykırıma mı giriştiler?’’ Bunu mu vurgulamak istiyorsunuz?

Ahmet Turgut:Ulusalcı-laikçi-sosyalist çevreler, Emevilerin işlediği katliamları “Arapların Türklere uyguladığı soykırımlar” olarak değerlendiriyor. Lakin genel resim veya detaydaki tespitler bizi başkaca bir hükme götürüyor.

Emeviler, birilerini sırf Türk olduğu yahut Tacik veya Farisi olduğu için katletmedi. Nitekim Emevi hanedanı daha ilk nesilden itibaren Âlemlere Rahmet Efendimizin (sav) Evlad-ı İyal’inive Ensar-Muhacir evladını da acımadan katletmiştir. Sadece KerbelaFaciası’ndan (680) yahut Mekke ve Medine’nin yağmalanıp Kâbe’nin yıkılmasından (683) bahsetmiyoruz. Böylesi zulümleri her nesilde yinelediler.

740’da Evlad-ı ResûlZeyd’i katleden Emeviler, başını gövdesinden ayırıp naaş-ı şerifini yakmışlar ve küllerini Dicle’ye savurmuşlardı. Hz.Zeyd’in ser-i saadetini şehir şehir gezdirip lanetler küfürler ettirdiler ahaliye. Öyle ki; Hz.Zeyd’in kesik başını en son Ravza-ı Mutahhara’ya getirmişlerdi, yani Peygamber Efendimizin (sav) ebedi istirahatgâhına. Hac ve umre için Hicaz’a gelen müminler, Resulullah’ın (sav) Türbesi’ni ziyaret ederken, bilfiil Resûlullah’ın huzurunda onun dördüncü nesil torununa küfretmeye zorlanıyorlardı. İman ettiklerini düşündükleri Nebi’nin (sav) evladına taht uğruna böylesi zulmeden bir zihniyetin gayrimüslim muhaliflere neler neler yapabileceğini tahayyül etmek çok da zor olmasa gerek.

Evet; Emevi hanedanı bir zulüm makinesiydi. Pek çok katliamlar yaptılar. Lakin bu vahşetleri asrımızın algısıyla etnik bir motivasyonla öteki halkları kırmak için değil, iktidarlarını genişletmek uğruna kendilerine karşı çıkan Müslim, gayrı-Müslim, Arap-Acem-Türk herkese karşı yaptılar.

Nitekim Evlad-ı ResûlZeyd’den sonra Horasan havalisine sığınan Seyyidler olmuştu. Böylesi Seyyidlerden 17 yaşındaki Yahya’yı da bir çiftlikte yakalayıp başını gövdesinden ayırdılar. Ser-i saadetini Medine’deki annesine yolladılar. Naaş-ı şerifini ise dört yıl boyunca Horasan şehirlerinde gezdirdiler. Öyle ki, artık sadece kemikleri kalan Evlad-ı Resul, her ay ayrı bir şehrin kapısına asılıyor ve gelen geçen ahaliye güya ibret-i âlem için teşhir ediliyordu.

Hazin bir durumdur. Uhud’daHz.Hamza’nın ciğerlerini dişleyen Hind’in torunları, müşrik ninelerinin dedelerinin bile yapamadığı zulümleri işlediler Evlâd-ı Resûl’e. Lakin bu son zulümler Horasan havalisindeki Emevi karşıtı hareketlerin kitleselleşmesi sonucunu doğurdu.

Bülent Deniz:Evet, Horasanlı Ebu Müslim önderliğinde başlayan Abbasi kıyamından söz edebiliriz artık. Emevileri tarihe gömen bu ihtilalde Türklerin rolü neydi? Eb’ul Müslim Horasan’i etnik olarak kimdi? Lider figür olarak nasıl oluştu ve Al-i Muhammed adına sancağı açmak ve muhalifleri altında toplamak öyle kolay mıydı?

Ahmet Turgut:Az evvel bahsettiğimiz gibi Emeviler döneminde (681-750) kitlesel bir hidayet görmüyoruz Oğuz obalarında. Tek tük Müslüman olmuş Türk ailelerden bahsediliyor sadece. Şehirlerde ise Farisiler arasında hatırı sayılır bir mühtedi topluluk oluşmuştu. Keza anadili Arapça olup bir iki nesildir bölgede iskân edilen Müslümanlar da vardı. Şehirler içerisinde sadece Buhara’da Müslüman olmuş küçük bir Türk topluluk mevcuttu.

Hulasa, Emevilere karşı başlayan Horasan İhtilali’nin önder kadroları, kumandanları, vaizleri ve askerleri genel olarak Arap’tı. Bu noktada Horasanlı Ebu Müslim’in etnik aidiyeti çokça tartışıla gelen bir konu olmuştur. Menkıbe dünyasına bakılınca onu Türk’müş gibi hatırlarız. Oysa onun asıl adı “Behzad” idi, “Vendad’ın oğlu Behzad”. Babası ateş mabetlerinde ruhbanlık yapan bir mubetti. Özetle; Ebu Müslim Horasanî, Farisi kökenli biriydi ve sonradan Müslüman olmuş bir Mecusi idi. Abbasi ailesi tarafından satın alınıp azat edildiği de söylenir.

Horasan’da başlayan Emevi karşıtı bu isyana Müslüman olmayan halklar iştirak etmediler. Nitekim Horasanlı Ebu Müslim, EmevilerinEhl-i Beyt’e reva gördüğü zulümleri anlatarak Müslüman ahaliden savaşçı topluyor ve Emevilerin yerine geçecek müstakbel halifeye biat alıyordu. Biat merasimlerinde “Er-rıza minÂl-i Muhammed” ifadesi kullanılıyordu. Yani ahali “Peygamber Ailesi içerisinden hilafet görevine razı olacak kişi” için biat ediyordu. 747 yılı Ramazan’ında başlayan kıyam, 750 yılında tamamlandı ve son Emevi sultanı olan II.Mervan, Horasanlı Ebu Müslim’in ordusuyla birleşen Iraklı ve Mısırlı ihtilalciler tarafından öldürüldü.

Sonrası ahali için kötü bir sürprizdi. Zira Ehl-i Beyt uğruna Emevilere karşı ayağa kalkan ve Evlâd-ı Resûl’ün hilafete geçeceğini sanan kitleler, Abbasi saltanatıyla tanışacaktı.

Bülent Deniz: Bahsettiğiniz süreç basit bir oldu-bitti olmasa gerek. Kitleler nasıl böylesi bir oyuna geldi? Zulüm dönemini yıkma iddiasıyla ortaya çıkacak ama önceki dönemi mumla aratacaksın! Horasanlı olan bu harekete birileri sızdı o halde. Direnişin ve ortaya çıkış iddiasının fıkhına birileri çomak mı soktu? Kimdi bunlar? Nasıl tespit edilemedi?

Ahmet Turgut:Romanımızın ana omurgası az evvel özetlediğimiz Abbasi İhtilali. Romanın kendi kurgusu içerisinde bunu tarihi gerçeklik üzerinden detaylıca anlatıyoruz. Okurlarımız oradan takip edebilirler. Özetle diyebiliriz ki; tarih boyunca birileri “Vatan, millet, sancak” denilerek kandırılmıştır. Kurân’ın ikaz ettiği üzere kimi topluluklarda Allah’ın adıyla aldatıldılar. Bahsettiğimiz Abbasi ihtilali, “Allah, Peygamber” ve dahi “Ehl-i Beyt” kullanılarak kitlelerin nasıl aldatılabildiğini gayet ibretamiz şekilde gözler önüne seriyor.

Bülent Deniz: Tabi Emevileşme ve ardından Abbasi’nin çıkış kodları ve varoluş ilkelerine ihaneti tek başına bir röportaj ve roman konusuda olamaz ve anlatılabilmesi de zaten zor. Biz tarihi sürece ara verip romanınıza dönelim. Horasan Şehidi adlı eserinizde bizi neler bekliyor?

Ahmet Turgut:Romanımız iki ana kısımdan oluşuyor. İlk yüz sayfalık bölümde İslam Tarihi’ni ve Orta Asya Türk Tarihi’nin etkileyen sembolik değeri yüksek bazı olayları ve şahsiyetleri yorumluyoruz. Bu şekilde Mekke’nin Fethi’nden Kürşat’ın Çin sarayını basmasına, HarreFaciası’ndanCürcan katliamına, Ömer bin Abdulaziz’in ıslahatlarından Bilge Tonyukuk’un Orta Asya’daki ıslah çabalarına uzanıyoruz. Evlad-ı ResûlZeyd’e reva görülen zulümlerden Horasan’da işlenen katliamlara şahit oluyoruz.

Asıl hikâyemiz yukarıda bahsettiğimiz giriş kısmından sonra başlıyor. Baş kadın karakterimiz, Kayı boyundan “Gülce”. Baş erkek karakterimiz ise Hz.Selman-ı Farisi ve Hz.Ammar bin Yasir’in müşterek torunlarından “Selman”. İkisinin 740’lı yıllarda Irak’ta başlayan hikâyesi Horasan ve Maveraünnehir’de devam ediyor. Türk-Emevi savaşlarına ve sonrasında başlayan Abbasi ihtilali sürecine yine bu karakterlerimizin hikâyesiyle şahit oluyoruz.

Abbasi ihtilali sona ererken Orta Asya’da başlayan Çin işgaliyle birlikte Talas Savaşı’na giden sürece yine Selman ve Gülce karakterlerinin gözünden şahit oluyoruz.

Bülent Deniz: Evvelki romanlarınızdan biliyoruz. Tüm romanlarınızı bir sûre etrafında kaleme alıyorsunuz. Horasan Şehidi romanının esin kaynağı olan sûre hangisi?

Ahmet Turgut:Evet, “Bozkırın Sırrı” romanımızın esin kaynağı Hadidûresi’ydi. Kerbelâ’yı konu edinen “Aşkın Şehidi” romanımız Kevser Sûresi’nden mülhemdi. “Horasan Şehidi” romanına nefes olan sûre ise “Nasr”.

İzacaenasrullahive’l-fethu…” ifadesiyle başlayan NasrSûresi; fethi, fetih uğruna gelen ilâhî yardımı ve fethin sonrasında toplulukların akın akın İslam’a girişlerini anlatıp bizi Rabbimizi hamdetmeye çağırıyor. Nitekim Horasan Şehidi romanının sosyo-kültürel çerçevesini NasrSûresi belirlerken, karakterlerimizin manevi tekâmülünü etkileyen ana kelâmullah ise Duha ve İnşirah Sûreleri…

Bülent Deniz: Eserlerinizi hem tarih bilinci hem de hikmet okumaları üzerinden takip eden okurlarınız bu son romanınızdan da memnun kalacaklar mı? Ne düşünüyorsunuz? Bu bağlamda dönüşler nasıl?

Ahmet Turgut: Hamdolsun, kitap dostlarından ilk geri dönüşler yine dua merkezli. Aynı duayla mukabele ediyoruz. Allah Kitap’tan ayırmasın!

Bülent Deniz: Genel bir değerlendirme sunması açısından soruyorum. Kimileri atalarımızın kılıç zoruyla Müslüman olduklarını söylüyor. Kimileri de Talas Savaşı sonrasında tüm Türklerin koştur koştur Müslüman olduğunu iddia ediyor.Buraya dair sizin okumalarınız ne yönde?

Ahmet Turgut:Bahsi geçmişti az evvel. Emeviler, vergi gelirleri düşeceği için Arap olmayan halkların Müslüman olmasını istemiyordu. Güya Türklerle, Taciklerle, Peştunlarla cihat ediyorlardı. Lakin tebliğe karşılardı. Özetle; Emevilerin kılıcını tattığı için veya bu kılıcı tatmaktan korktukları için Müslüman olan Türklere yahut Taciklere, Acemlere rastlamıyoruz.

Gelelim Talas bahsine! Talas Savaşı’nda Türkeş ve Karluk obaları Abbasilerle ittifaka giderekkadim düşmanları olan Çin ordusunu yenmişti. Lakin Türk-Abbasi ilişkileri bu zaferden yarım yüzyıl sonra iyileşmeye başladı. Horasanlı Ebu Müslim ve ardılları nedeniyle Abbasi hanedanı üzerinde Farisi baskısı yoğunlaşınca Abbasiler, Farisilere karşı Türklere yaklaştılar. 9. asrın ortalarından itibaren Türk soylu valiler ve kumandanlar, Abbasi sarayını çekip çeviren en güçlü lobi haline geldi.

Buna rağmen Talas Savaşı’nda Abbasilerle birlikte hareket eden Karluklar, bu savaştan iki asır sonra ancak 10. yüzyılda Müslüman oldular. Yine 10.asrın ilk çeyreğinde Karadeniz’in kuzeyinde yaşayan İdil Bulgarları o güne kadarki en geniş ihtidayla topluca Müslüman oldular. İdil Bulgarlarından on yıl kadar sonra Karahanlı hanedanının beşinci nesil üyelerinden AbdulkerimSatuk Buğra Han Müslüman oldu. Bu dönemdeki hidayetlerin ana muallim ve mürşitleri ise Seyyidler ve Sufilerdi.

11. asırda Hoca Ahmet Yesevi’yle birlikte Türkçe de İslamî tebliğ dili haline geldi. Pir-i Türkistan ve onun dervişleri,kâh Müslüman olduğu halde dininden habersiz olan Türklere tebliğlerde bulundular. Kâh henüz imanla tanışmamış Türklere İslamiyet’i anlattılar.

Genel bir değerlendirmeyle pekâlâ şunu söyleyebiliriz: Türkler, Arap fatihlerin kılıçlarıyla değil, kendilerinden önce Müslüman olmuş diğer Türklerin eliyle-diliyle Müslüman oldular. Bu süreçte en yoğun emekler Karahanlılara nasip oldu.

Müslüman olan Oğuzlar; Şaman inançtaki, Zerdüşt veya Budist Türklerden kendilerini ayırt etmek için “Türk’ün imanlısı” manasında “Türkmen” adını aldılar.

Uygurlar 15. asırda Müslüman oldu, yani Fatih Sultan Mehmed, İstanbul’u fethederken. Keza Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, Viyana’yı kuşatırken doğu Türkistan’daki Kırgızlar henüz Müslüman olmaya başlamışlardı.

Özetle; değişik coğrafyalarda Türklerin İslamiyet’e geçişi 8-9 asrı bulan bir süreçtir. Tarih şahittir yine. Haçlı Seferleri esnasında Daru’l-İslam’ın kılıcı, Türklerdi ve bu esnada Türklerin çoğu henüz Müslüman değildi.

Keza tarih şunu da gösterir: Müslüman olan tüm Türk topluluklar, milli kimliklerini korudular. Türkistan, Hindistan, Ukrayna, Mısır, Suriye, Irak ve Anadolu’da büyük medeniyetler kurdular. Müslüman olmayan Şaman, Zerdüşt, Budist yahut Hristiyan Türkler, yönete geldikleri halkların-kültürlerin içerisinde eriyip yok oldular.

Bülent Deniz: Son olarak eklemek istediğiniz sözleriniz varsa alabilir miyiz?

Ahmet Turgut: Etno-kültürel atalarımızın nasıl bir ortamda, hangi şartlar dâhilinde nasıl Müslüman olduklarını bilmek, hidayet nimetinin kıymetini anlayabilmemizin de vesilesi. Keza romanın baş kısmında geçen bir hadis-i şerif dünü ve bugünü özetlerken, güncelimize de istikamet sunmakta.

Bülent Deniz: Nedir o Hadis-i Şerif?

Ahmet Turgut: Sahih-i Müslim ve Sünen-i Tırmizi’de geçiyor. “İslam garip olarak başladı ve yeniden garip hâle dönecektir. Ne mutlu o garip müminlere! İnsanların benden sonra bozdukları sünnetimi ihya ederler.”

Bülent Deniz:“İnşallah, Sünnet-i Seniyye’yi ve Ahlak-ı Nebevi’yi ihya edenlerden oluruz” diyerek sözü dua ile noktalayalım! Röportaj için teşekkür ediyorum. Ehl-i Beyt’in ve Al-i Muhammed’in Kerbela ile başlayan şanlı duruşu, direnişi ve bu direnişin ölü kalpleri dirilten dirilişi kıyamete dek daim sürecek. Ne mutlu O yolda yürüyenlere ve o yol için gayret sarfedenlere. Kalemi ve kelamıyla… Teşekkürler…