Sosyo-ekonomik boyutlu bir hukuk reformu, toplumsal refahı amaçlayan iktisat politikaları ile gelir dağılımdaki adaleti hedefleyen sosyal politikaları bir bütün olarak ele alması gerekmektedir. Sosyal devlet olma ilkesi açısından sosyal adaleti ve iktisadî eş değerliliği tesis etmenin değişik sosyal güvenlik yöntemleri bulunmaktadır. İktisadî kalkınma ve sosyal dayanışmaya dair uygulamaların başında bir denge unsuru olan zekât kurumu gelmektedir.

Bazı İslâm ülkelerinde liberal iktisat politikalarının yanında sosyal politikalar da uygulandığı halde bunların bir bütünlük içinde İslâm’daki sosyal politika anlayışı ile iltisaklı olduğu iddia edilemez. Bu durum Türkiye için de geçerlidir. Söz konusu devlet düzeyinde ve hükümetlerin icraatlarında İslâm’a uygun sosyal politika uygulamalarına yönelik resmî/kanunî düzenlemeler olmasa da bu araçların bir kısmı sivil hayatta gönüllü olarak uygulanmaktadır. Bir başka ifadeyle Türkiye dâhil birçok İslâm ülkesinde başta zekât olmak üzere bu uygulamalar umumiyetle STK’lar vasıtasıyla gerçekleştirilmektedir.

Ancak sosyal yardımlaşmaya yönelik bu güzel uygulamaların devlet eliyle sürdürülmemesi gerçeği, uygulamaların hem toplumun genelinin refahına katkı sağlamasını sekteye uğratmakta, hem de gelir dağılımındaki adaletsizliği giderememektedir. Böyle olunca yoksulluk da kronik sosyal sorunlarımızın başında gelmektedir. Asgari ihtiyaçlarını karşılamakta güçlük çeken en yoksul kesim, bir kuru ekmeğe bile sahip olamamaktadır. Afganistan ve Yemen gibi iç savaşlarla boğuşan İslâm ülkelerinde yetersiz beslenmeden dolayı çocuk ölüm oranları halen çok yüksektir. Cehalet, yoksulluk, ahlâksızlık, komşular arası düşmanlıklar ve içerde yaşanan taht kavgaları, İslâm ülkelerini bir araya getiremediği için, İslâm coğrafyasında küresel çapta açlık ve sefalet yaşanmaktadır.

Halbuki İslâm ülkeleri, kendi aralarındaki sorunlarını sulh ve uzlaşma yoluyla çözüp karşılıklı kazan-kazan modeline göre iktisat alanında işbirliği yapıp elde edilen refah artışını zekât yoluyla sosyal dayanışmaya yönlendirebilseler İslâm diyarında yoksulluk yerine sosyal refah temin edilmiş olunur. Çünkü zekât, toplumsal yozlaşmaların ve dengesizliklerin en önemli unsuru olan sosyo-ekonomik eşitsizlikleri azaltmada en etkili araçtır.

Ümmet bilinci ve karşılıklı işbirliği anlayışı doğrultusunda zekât sistemi, İslâm ülkeleri arasında küresel çapta uygulanması halinde hem küresel barış temin edilecek, hem de gelir dağılımı adaletsizlikleri giderilmiş olunacaktır.

Zekât ruhu ile sosyo-ekonomik politikaların uygulanması halinde lüks tüketimi ve israf önlenecek, artan tasarruflarla yatırımlar artacak ve istihdam oranının yükselmesi ile işsizlik azalacaktır. İktisadî büyüme ile birlikte zekât potansiyeli artacak ve özellikle işgücü niteliği taşımayan muhtaçlar, çocuklu dullar, yaşlılar ve engelliler, sosyal güvence şemsiyesi altında refahtan payını alabilecektir.

Suudi Arabistan, Ürdün, Endonezya, Malezya ve Kuveyt gibi ülkelerde zekât uygulamaları ile ilgili kanunî düzenlemeler mevcuttur. Bu bağlamda bu ülkelerde zekât kanunu kapsamında kimlerden zekât alınacağına ve hangi sosyal kesimlere zekât dağıtılacağına karar veren kurumsal yapılar oluşturulmuştur. İslâm âlimleri, sosyal politikacılar ve iktisatçılardan oluşan bu kurumlar, zekâtın devlet eliyle toplanması ve dağıtımını organize etmektedir.

Bu ülkelerde zekât ödeme mükellefiyeti gönüllü olmaktan çıkmış ve muhtaçların lehine olmak şartıyla sosyal amaçlı bir vergi sistemi olarak değerlendirilmektedir. Nüfusun sadece % 52’si Müslümanlardan oluşan Malezya’da vergi reformu kapsamında 1991 yılında uygulamaya konulan zekât kanunu sayesinde yoksulluların oranı % 50’lerden % 10’lara düşürülebilmiştir.

Yeni Hukuk Reformu Zekât Uygulamalarını Kanunî Yönden Merkezîleştirmelidir

Türkiye’de laik anayasa doğrultusunda hem devletçilik, hem de liberal/kapitalist anlayışı doğrultusunda kamusal sosyal politikalar uygulanmaktadır. Ancak Türkiye’de buna rağmen halen sosyal adalet tesis edilememiştir. Yoksulluğu gidermeye yönelik olarak zekât toplama ile ilgili herhangi bir resmî/kanunî düzenleme yoktur. Halbuki Türkiye’de yaşayan insanların ortalama olarak % 99’u Müslümandır.

Madem Türkiye’de iktidarda dine saygılı muhafazakâr demokrat bir hükümetimiz var ve kararlar yeni başkanlık sisteminde daha hızlı alınabilmekte o halde neden ekonominin canlanması ile birlikte sosyal adaleti de tesis edebilecek bir konumda olan zekât sistemi, düşünülen hukuk reformu kapsamına alınmasın? Neden zekât uygulamaları kapsamlı ve sistemli bir şekilde devlet eliyle bütün yurt çapında dengeli bir şekilde uygulanmasın?

Belki hükümetimiz gerçek anlamda bir reform niteliğinde olacak böyle bir karar almakta zorlanabilir. Alt yapı hazırlığımız yok, bunu nasıl uygulayacağız, zenginlik ve yoksulluk ölçüsü (nisap) nasıl olacak gibi sorular/bahaneler/gerekçeler öne atabilirler. Çok yanılmak isterdim. Ammâ bu durum, kendilerinin bu bağlamda hiçbir zihnî hazırlık içinde dahî olmadığının bir göstergesidir. Bendeniz yine de hatırlatmak isterim. Dini bütün bir Müslüman toplumu olmak istiyorsak ve kronik bir sosyal sorun olan yoksulluğu hem ülkemizde, hem de İslâm dünyasında ortadan kaldırmak istiyorsak sosyo-ekonomik hayatımıza zekât sistemini yeni kanunî düzenlemeler ile kazandırmamız kaçınılmazdır.

Bu hususta modern çağımıza hitap edecek zekât ile ilgili yeterli derecede bilimsel ön çalışmalar da vardır. 2006 yılında bendeniz Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı (DPT), 9. Beş Yıllık Kalkınma Planı, Gelir Dağılımı ve Yoksullukla Mücadele Komisyonu üyesi olarak “Yoksullukla Mücadelede Çağdaş Bir Zekât Modelinin Gerekliliği” ismi taşıyan bir rapor hazırlamıştım. İşte bu rapordan hareketle sosyolog ve İslâm ekonomisti Süleyman Dinçer, Hak İş Uluslararası Emek ve Toplum Dergisinde “Yoksullukla Mücadelede Modern Zekât Modeli Ekseninde Zenginlik ve Yoksulluk Ölçütü (Nisabı)” başlığını taşıyan bilimsel bir makale kaleme almıştır.

https://dergipark.org.tr/tr/pub/hakisderg/issue/48173/572073

Yoksullukla mücadelede yeni bir zekât modelinin geliştirilmesine ve mevcut sosyo-ekonomik veriler üzerinden bir nisap belirleme yönteminin oluşturulmasının gerekliliğine inanan yazar, ilgili makalede ilahiyatçı Prof. Dr. Hayrettin Karaman ve bendeniz tarafından geliştirilen “asgari hayat standardı” temelindeki zekât modelini değerlendirmektedir. Hukuk reformunun ekonomi ve sosyal politika alanına yönelik yeni kanunî düzenlemeler yapma ihtiyacı duyan hükümetimizin bürokratları ve danışmanları bu makaleyi ve buna benzer akademik çalışmaları okudular mı acaba?