Uluslararası ilişkiler… Baştanbaşa yaman çelişkiler… Kurmaca savaşlar… İmal edilmiş krizler… Güle oynaya silkelenen kerizler… Haritaların gözyaşına kurulan rant barajları… Envai çeşit savaş oyuncaklarının yığıldığı dehşet garajları… Yalanın yavruladığı talanlar… Talanın yeşerttiği yalanlar… Bukalemun gerçekler… Gerçeklerin gölgesinde gezinen yılanlar… Menfaat denen keşmekeşe peşkeş çekilen değerler… Vurulacak sırt arayan eyerler… İlmek ilmek işlenen terör ağları… Tilkilere tapulanmış üzüm bağları… 

Uluslararası ilişkiler… Koro halinde kanış… Ne zalim aldanış… Düzen kurma heyulası… Düzen içinde düzen… Okunmadan salası… Mazlumun derisini yüzen! Pişkin… Arsız… Umarsız… Nefes dahi alıp vermez kumarsız! Gökyüzü niyetine gerilmiş akıl semasına kurgular… Her bahanede aynı sahtekârlığı dönüp dönüp vurgular… Çamur atar izi kalır… Bozgunlardan kendine güç devşirir. Gücün sarhoşluğundan geriye belki kefen bezi kalır! Karnı aç olanla gözü aç olanın hikâyesi biter mi? Açgözlü obez sömürgenlere koca küre yeter mi? 

Uluslararası ilişkiler… Aslanı kediye boğdurup… Aslan için ağıt yakanlar komedisi… Cetvelinin ağzından hudutlar akarken… İster ye ister yut rapsodisi… Yok farz etme sanatını icra ederken… Tırnaklarını batırdığı her coğrafyada… Kangren olmuş bir yaradır imzası… Nefretin kuluçkasına nefes verirken… İtip kaktıklarının haddi hesabı yoktur zira… Bütün bir âlem… Şerrin hararetiyle için için erirken… 

Uluslararası ilişkiler… Dolap beygirinin kibar mahlası… Smokinlerin estetik taklası… Ağzı var dili yokların sükût baklası… Kuzuların sessizliği… Canavarların hissizliği… Zora koşulan kolaylar… Aslı astarı güme gitmiş olaylar… Kuklacıyla kuklanın muhabbeti yahut hasımlığı… Ukalalığın yırtıcılığına karşılık, basiretin hadımlığı… Köksüz ve yüksüz odaklar… Medeniyetlere saplanmış kıymıklar ve sembol sembol sivrilen budaklar! 

Uluslararası ilişkiler… Herkesi ve her şeyi yedeğe almak oyunu… Işık hilelerinde öğütürken gölgelerin boyunu… Başarı… Laf anlamaz bir çocuk… Alabildiğine haşarı! Hür kölelerle… Köle efendiler arası… Ağırlıkların, sabun köpüğünde mana bulmaya yeltenişi… Sahi! Sistem denilen kabın kaç okkadır darası? 

Uluslararası ilişkiler… Ulustan ulusa atılan kazık mıdır? Namertçe üste çıkana alkış tutmak, alçalışın en pespayesi iken… Yiğitlik namına düşene yazık mıdır? Bu sinsi paravanın ardında kalan… Gerçekten azık mıdır? 

Anlamak muamma…  Belki de geç bir anlayış… 

Gecikme deyince… Rahmetli Abdurrahim KARAKOÇ üstadın, geç kalmak üzerine seslenişine kulak vermeli:

Putları taşa tutmanın
Güç’lüğünü geç anladım.
Delileri avutmanın
Hiç’liğini geç anladım.

İhtiraslar dursun diye
Şehiri sığdırdım köye
Her bedenin ayrı şeye
Aç’lığını geç anladım.

“Safkan” dedikleri atın
Ünü büyük pek çok zatın
Bir yerde ilmin, sanatın
Piç’liğini geç anladım.

Hak’tan söz edersen eğer
Atılan taş sana değer
Doğruluk suç imiş meğer
Suç’luğunu geç anladım.

Su taşırken kalbur, file
Susmak gerekirmiş dile
Yazık... geç kalmanın bile
Geç’liğini geç anladım.