Toplum, sürekli bir arada yaşayan ve varlıklarını sürdürebilmek için, birbirlerine muhtaç olan, temel ihtiyaçlarının giderilmesinde ve sosyal sorunlarının çözümlenmesinde iktisadî, idarî, siyasî ve sosyo-kültürel alanda değişik vasıtalar, yöntemler, örgütlenme ve düşünme biçimleri ortaya koyan insan topluluğudur. Sosyoloji bağlamında toplum, fonksiyonel olarak farklılaşmış aile, din, ekonomi, siyaset, eğitim ve serbest zaman gibi temel altı kurumdan oluşur. Öyle ise bu kadar önemli olan bir olgunun meydana gelmesi ve ayakta kalabilmesi neye bağlıdır sorusu da elzemdir. Bu sorunun cevabını ilk önce gelmiş geçmiş en önemli Batılı düşünürlerden ele alalım ve nihayetinde İslâmî bir yaklaşımla tamamlayalım.

Thomas Hobbes’in Görüşleri

İngiliz siyaset felsefecisi olanHobbes’e (1558-1679) göre devletsiz bir toplumun üyeleri birbirlerine kurtlar gibi saldırır. Birbirlerini yemek yerine bir krala tâbi olmak daha anlamlıdır. Akıl, bunu emreder. İnsanlar, birbirlerine zarar vermemeleri için, bir devlet oluşturmalıdır ve akıl yoluyla bir toplumsal birliktelik oluşturmalıdır. En büyük toplumsal değer, devlet çatısı altında birlik oluşturmaktır.

Adam Smith’in Görüşleri

İskoçyalı filozof ve iktisatçı olan Smith (1723-1790), toplumun değişik kesimleri arasında farklı eğilimler ve beklentiler olacağı için, aralarında çatışma riski söz konusu olabilir. Farklı ilgi alanlarına rağmen toplumun ahenginin korunması ancak işbirliği ile sağlanabilir. İnsan, her zaman kazanç/para ve itibar ister çünkü neticede egoisttir. Öyle ise herkes, kendi çıkarları doğrultusunda liberal bir sistem sayesinde başkaları ile işbirliği yapabilmelidir. Liberalizm,en etkili toplumsal değerdir.

AugustCompte’nin Görüşleri

Sosyolojinin ilk kurucusu olarak kabul edilen Fransız düşünür Compte (1798-1857), pozitivizmin etkisiyle toplumu somut bir nesne olarak görür. Sosyo-fizik yani maddî bir varlık olarak kabul edilen bir toplum için de doğa yasaları geçerlidir. Sosyoloji, dolayısıyla tabiat bilimlerinin bir parçasıdır. Bu bağlamda her bir kurum, toplumsal değerdir.

David Emile Durkheim’in Görüşleri

Yahudi asıllı Fransız sosyolog Durkheim (1858-1917), toplumun kurumlar ile değil dayanışma ile ayakta kalabildiğine inanır. Şimdiye kadar hemen bütün düşünürler, insanların toplumu oluşturduğunu iddia ederdi ama Durkheim, bu görüşün tam tersine toplumun insanları meydana getirdiğini savunur. Buna göre toplumda her şeyin/kurumun bir fonksiyonu var, insanlar da toplum çarkının içinde sadece küçük bir mekanizmadır. Ona göre gerçek olan toplumsal kurumların, insanı insan yaptığıdır. Mesela hapishaneler, insanı ıslah eder. En büyük toplumsal değer, sosyal dayanışmadır.

MaxWeber’in Görüşleri

Alman sosyolog ve ekonomi politik uzmanı Weber (1864-1920), toplumun bir madde olduğunu kabul etmez. İnsanlar, kendi eylemlerinin anlamlı olduğunu düşünerek, maksatlarına uygun belirli davranışlarda bulunur. Onun için sosyologların aslî görevi, insanların beyinlerine girip davranışlarındaki manayı araştırmaktır. Anlamlı sosyal davranışlar, toplumun birliğini sağlar. Sosyal faydası olan anlamlı eylemler de insanlara daha çocuk iken ailede öğretilir. En büyük toplumsal değer, bir eğitim kurumu olan ailedir.

Hz. Muhammed’in (sav) Görüşleri

Allah’ın Resulü akıl sahibi ve dolayısıyla düşünen bir insan olduğu kadar ayrıca Allah’ın en son peygamberidir (571-632). O, vahiy diliyle meseleleri ele alır ve toplumun birliği hakkında en temel doğruları bize nakleder. Şimdiye kadar en önde gösterilen Batılı düşünürlerin fikirlerini burada ele aldık ve her birisi de toplumun dirliğine yönelik her ne kadar bazı doğru tespitlerde bulunmuş olsalar da bir bütünlük içinde bakıldığında yine de eksik ve yetersizdir. İslâm’a göre toplumu ayakta tutan en önemli unsurlar şunlardır:

  1. Dünya Kardeşliği: Hz. Peygamber (sav), bütün insanların aynı atadan geldiğini ve bundan dolayı da dünyevî kriterler açısından eşit olduklarına vurgu yaparak, evrensel sosyal mesajını şu şekilde vermektedir: “Ey insanlar! Şuna dikkat ediniz ki, sizin Rabbiniz birdir; babanız (atanız) birdir. Arabın Arap olmayana, Arap olmayanın Araba; beyazın siyaha, siyahın beyaza takva (Allah korkusu) dışında hiç bir üstünlüğü yoktur.”(Ahmed b. Hanbel; 1982:411). Batılı hiçbir toplum düşünürü, ırkçılığın gerçek anlamda nasıl önlenebileceği yönünde bir çözüm getirememişken, Peygamberimiz (sav) bütün insanların hukuk çerçevesinde eşit olduğunun altını aynı atadan gelmenin bir sonucu olarak çizmektedir.
  2. Evrensel Merhamet Duygusu:Hz. Muhammed (sav): “Birbirinize merhamet etmedikçe gerçekten iman etmiş olamazsınız. İman etmedikçe de Cennet’e giremezsiniz.”buyurur. Bunun üzerine sahabiler, birbirlerine bakarak, gönül huzuruyla şöyle der: “Çok şükür, her birimiz diğerimize merhametlidir.” Hz. Peygamber (sav), bu cevabı pek beğenmez ve merhamet duygusuna şu sözleriyle daha geniş bir açılım getirir: “Hayır sözünü ettiğim birinizin arkadaşına merhamet etmesi değildir. Genel olarak bütün mahlûkata (insanlara) merhametli olmaktır.” İşte toplumda sosyal dayanışmanın olabilmesi, hiçbir ayırım yapmaksızın her varlığa karşı merhamet beslemeye bağlıdır.
  3. Adalete Dayanan Hukuk Sistemi/Toplumu: Toplumu ayakta tutan devlettir. Ama devletin de adalete saygılı bir hukuk sistemi ile zenginleştirilmesi gerekir ta ki toplumun üyeleri de birbirine karşı âdil olabilsin. Allah, devlet yöneticilerinden emanetleri mutlaka ehline verilmesini ve insanlar arasında hükmedildiği zaman adaletle hükmedilmesini emretmektedir (Nisa: 58). Diğer taraftan Allah, toplumun üyelerine şunu tavsiye etmektedir: “Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutun, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Herhangi bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi adaletsiz davranmaya itmesin. Adaletli olun; bu, takvaya daha uygundur. Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” (Maide:8). Görüldüğü üzere İslâm’a göre toplumu ayakta tutan, hem bir hukuk devletinin varlığıdır, hem de hak sahibi olan ve/fakat aynı zamanda sorumluluk şuuruyla hukuka uygun bir biçimde adaletli davranması gerekenfertlerdir.

Ezcümle

İslâm, vahye dayanan bütün unsurlarıyla birlikte toplumların saadet ve refahlarını sağlayan yegâne dindir. Çünkü ancak bu dine mensup olan ve imanlarını şuurlu bir şekilde yaşayan müminler, geniş merhamet duygularıyla evrensel kardeşlik (insan hakları) ilkelerini hayata geçirebilir ve adaleti, gerek devlet, gerekse toplum nezdinde tesis edebilir. Kısacası İslâm’ın önerdiği sosyal ilkeler uygulandığında, toplum, her zaman dimdik ayakta kalabilir. Toplumsal değerler, İslâm’a uygun olduğu sürece, toplum huzur ve saadet bulur.