ABD başkanlık seçimlerini Trump yeniden kazanınca, Filistin’de ve Ukrayna’da savaşın bitirileceğine dair tahminler veya temenniler arttı. Eskiden beri Demokratları destekleyen Müslüman gruplar ve liderleri de seçimden önce yaptıkları açıklamada Trump’a Ortadoğu’ya, Gazze’ye barış getireceğine inandıkları için oy vereceklerini söylemişlerdi.
Trump’ın seçim kampanyasında akıllarda kalan iki önemli vaat vardı. Birincisi ABD’ye altın çağını yaşatmak, ikincisi dünya barışını yeniden tesis etmek. Birinci vaat hiçbir temeli olmayan hayali bir kurgu olmasına rağmen ikinci vaadin de altyapısını oluşturmaktadır. Yani ABD’yi ekonomik, siyasi ve askeri alanda güçlü yapabilmek için, dünyanın jandarması olmayı bırakmak ve çatışma bölgelerine büyük bütçeler ayırmaktan vazgeçmek gerekecektir.
Seçilmiş Başkan’ın ilk önemli işi Gazze’de ateşkesi sağlamak, ardından İsrail’i saldırganlığını frenlemek için ikna etmek, üçüncü olarak da İslam ülkelerini yarı tehdit yarı ümit içinde yeni bir barış planına zorlamak olacaktır.
Bizi ilgilendiren Gazze, Filistin ve Ortadoğu olduğuna göre bu konuda bir önceki başkanlık döneminde neler yaptığını ve hangi planları gerçekleştirmeye çalıştığını hatırlamakta fayda görüyorum.
1 Şubat ve 4 Şubat 2020 tarihinde yazmış olduğum iki makaleden (Merak edenler Haber Vakti Sitesi’nin arşivindeki 10. Sayfamdan makalelerin tamamını okuyabilirler) günümüze ışık tutması için bazı bölümler aktarmak istiyorum.
YÜZYILIN BARIŞ PLANI
Yüzyılın ihanet planı, sanki Filistinliler'e ikinci bir Nekbe'nin başlangıcı olması için düşünülmüş. Bilindiği üzere 14 Mayıs 1948'de Ben Gurion'un Telaviv'de Teodor Herzl'in portresi altında İsrail'i ilan ettikten bir gün sonra, Nekbe (Büyük felaket) başlamıştı. Trump'ın o akşam dikkatlerden kaçmayan şu sözleri aslında bunu hatırlatmaktaydı: "Filistinliler ve Araplar, 14 Mayıs 1948 günü önlerine gelen fırsatı kabul etmeyip, İsrail'e saldırdılar. Umarım bu defa yüzyılın barış planını iyi değerlendirirler. Bu plan şimdiye kadar onlara sunulmuş en iyi fırsattır."
Bunun açık anlamı şudur: İngilizlerin desteği ile 1948'de İslam dünyasının tam ortasında siyonistlere devlet kurma hakkı verildi. Gerçek manada hiçbirisi devlet olamamış Arap ülkeleri İsrail'e saldırdı. Sonunda Müslümanlar kaybetti, siyonizm kazandı. Şimdi de ABD bütün gücüyle İsrail'in arkasındadır. İslam dünyasındaki uyanışı engellemek için, birçok Arap ülkesinin liderlerini de yanına alarak Filistin'e ikinci bir felaketi yaşatmak için bu sözde barış planı yapıldı. Bu plan, İslam âleminin ikiye bölünerek düşman bloklara ayrılması için, adım adım gelinen bir büyük oyunun parçasıdır. Irak, Suriye ve Mısır bu planın üç ayağıdır. Merhum Mursi'nin darbeyle devrilmesi sonunda geriye tek engel Türkiye kaldı.
Trump ve Netenyahu'nun başrolünü oynadığı, 28 Ocak (2020) Salı günü vizyona giren tiyatronun aktörlerinden çok seyircileri daha önemliydi. Seyircilerin içinde bulunan üç onur konuğu BAE, Bahreyn ve Umman, hem alkışladı hem çok alkış aldı. Onların temsilcisi olduğu cephenin asıl destekçileri ise Mısır ve S. Arabistan'dı.
Aslında kesinlikle kale alınmayacak bu planın, meraklı okuyucular için kısaca ayrıntılarından bahsedelim. Trump konuşmasında tam bir göz boyama kurnazlığıyla, Filistin'e devlet kurma hakkının verileceğinden ve başkentinin Kudüs olacağından söz etti. Planın tümü incelendiği zaman tarif edilen devletin bağımsızlığını bir tarafa bırakın, bir federasyon bile olmadığı görülecektir. Filistin'in hiç bir askeri gücü olmayacak, hatta polisi bile İsrail'in güvenliğini sağlamak üzere kurulacak ve devamlı kontrol altında bulunacakmış.(!)
Planda Filistin'in başkentinin, Kudüs'ün şehir sınırlarının dışında bir banliyö olan Ebu Dis Mahallesi olması öngörülüyor. Açıkça Kudüs'ün tamamen İsrail'e terk edilmesi, ekonomik yardım kılıfı ile Filistinlilere yutturulmaya çalışılıyor. Bu 50 milyar dolarlık bütçenin, hangi ahmak Arap devletlerinin petrol gelirlerinden karşılanacağı ise çok açıktır. ABD, başkasının kesesinden hovardalık yaparak, hem İsrail'e hem de işgal ettiği toprakların ilhakına meşruluk kazandırmaya çalışıyor.
BARIŞ DEĞİL KAOS PLANI
ABD başkanı Trump, 6 Aralık 2017'de Kudüs'ü İsrail'in başkenti ilan ederek Ortadoğu'nun temeline koyduğu dinamiti nihayet ateşledi. Bu infilakın bütün dünyayı sarabilecek zincirleme bir patlamayı getireceği, o akşam Netenyahu'nun suratındaki şeytani gülüşten çok iyi anlaşılıyordu. Evangelizmin zaferini ilan ederken oynanan bu oyunu, ne yazık ki orada bulunan Körfez Ülkelerinin elçileri de alkışladı.
Sayın Cumhurbaşkanımızın dediği gibi; Umman, BAE, Bahreyn gibi ülkelerin elçileri bu utanç toplantısına gitmenin ve bu zalimleri alkışlamanın hesabını nasıl verecekler? Tabii bu aşiret devletleri, sadece kendileri için değil, Mısır ve S. Arabistan adına orada bulunup, Trump'a destek vermekle görevlendirilmişlerdi.
Dünyanın çeşitli ülkelerine dağılmış 6 milyon Filistinli mültecinin BM kararlarına rağmen, geri dönüş hakkının kabul edilmediği bu sözde barış aslında kaos planı, çok kurnazca hazırlanmış. Mescidi Aksa'da mevcut olan statü korunacak, tüm dinlere mensup insanların ve turistlerin rahatça ziyaret edip ibadet edebilmesi mümkün olacak, deniyor. Bu ne demektir? Siyonist grupların İsrail polisi nezaretinde zaman zaman yaptığı baskınların, meşru hale getirilmesi demektir. Yani namaz vakitleri dışında Yahudilerin Mescidi Aksa'ya girip kendilerine göre ibadet yapmalarına imkân verilmesi, hatta bunun bir hak haline getirilmesi planlanmıştır.
Gazze ise silahtan tamamen arındırılmak şartı ile beş sene kontrol altında tutulacak, eğer İsrail güvenlik konusunda tam ikna olursa o zaman burada liman ve hava alanı gibi bazı küçük yatırımlara izin verilecek.
Görüldüğü gibi, yüzyılın anlaşması değil yüzyılın aldatması, yaldızlı laflarla tek taraflı olarak ilan edilmiş, arkasından da bu son fırsatı kaçırırsanız bir daha asla barışa ulaşamazsınız tehditleri savrulmuştur. Aslında Kudüs ve Filistin, tam anlamıyla İslam dünyasını ikiye bölmek, aralarında anlaşmazlık ve husumet çıkarmak, böylece İsrail'in güçlenmesi ve genişlemesini sağlamak maksadıyla gündeme getirilmiştir.
ABD bugüne kadar Siyonistlerin bütün zulüm ve işgallerine, İsrail'in meşru güvenliğini sağlama hakkı olarak bakmış, BM kararları, insan hakları, din ve inanç özgürlüğü gibi kavramları hiçe saymıştır. Şimdi kalkmış güya Filistinlilere bugüne kadar verilmeyen çok önemli fırsatlar sunulduğunu iddia ederek, tuzağın ucuna da yem olarak 50 milyar dolarlık bir ödül koymuştur.
Mahmud Abbas'ın "Filistin'i para karşılığı satan bir lider olmayacağım" sözünün sonuna kadar arkasında durmasını temenni ediyorum. Arap Birliği'nin; S. Arabistan, Mısır ve Körfez ülkelerine rağmen bu sözde barış planını reddetmesini de çok önemli bir gelişme olarak görüyorum. Bu kararın, Türkiye'nin kararlı ve dik duruşu sayesinde gerçekleştiğine de inanıyorum.
ATEŞKES ARDINDAN NASIL BİR BARIŞ?
Eğer Trump söz verdiği gibi Ortadoğu’ya barış getirecekse acaba bu nasıl bir plan olacak? Dört yıl önce kaldığı yerden devam ederek tekrar İslam ülkelerini kendi yanına çekmek için belki İsrail’i ateşkese zorlayabilir. Ancak ateşkesin ardından nasıl bir barış planı gündeme gelecek? Mısır ve S. Arabistan başta olmak üzere Ürdün, Suriye, Irak, Lübnan ve körfez ülkelerini ikna ederek Mahmut Abbas’ı istemediği bir barışa zorlayabilir. Bu plana o zaman da sadece Türkiye karşı çıkmıştı.
Bu mevhum barış planı aynı zamanda Türkiye ile İslam ülkelerinin arasını açmak, muhtemel bir ittihad fikrini de temelden yok etmek manasına gelecektir. Gazze katliamı için dünyada en fazla siyasi ve diplomatik ağılık koyan Türkiye, muhtemel bir ateşkesten sonraki kalıcı barış konusunda çok dikkatli olması ve başta Mahmud Abbas olmak üzere diğer İslam ülkelerini de uyarması gerekecektir.
ABD seçim sonuçlarının dünya için yeni bir dönüm noktası olacağına inanıyorum. Bunun Müslümanların lehine gelişmesini ümit edelim ve dua edelim. Bu arada Türkiye’nin siyasi ve diplomatik tavrı çok önem kazanıyor. Fakat bir o kadar da işimizin zorlaştığını ve badirelerle dolu olduğunu gözden kaçırmayalım.