Turuk-i âliyye silsilesinde Ömer Tuğrul Muradî el-Cerrahî el-Halvetî, resmiyette Ömer Tuğrul İnançer, halk içinde Tuğrul Efendi şeklinde tesmiye edilen Cerrahî-Halvetî dergâhlarının son devir postnîşini dün ahirete yolcu edildi. Ailesine, yâranına, mürîdânına, sevenlerine başsağlığı diliyorum.

Tuğrul Efendi’yi, mutasavvıf mütefekkir değil, mütefekkir mutasavvıf olarak gördüğüm için erkenden takibe başladığım halde, onunla yüz yüze gelme şerefine ancak 2012 yılında erişebildim.

İbrahim Zeyd Gerçik ve Murat Yılmaz’la birlikte, Üsküp Köprü Derneği’nin o günkü yöneticilerinden Muhsin Kurtiş’in Üsküp doğumlu üniversite öğrencilerine yönelik olarak Gostivar kayak tesislerinde düzenlediği bir eğitim çalıştayındaydık.

Bu esnada, bir iş üzere Kalkandelen Tekkesi’ne teşrif eden Tuğrul Efendi’nin Ahmet Özhan’ın da bulunduğu küçük bir grupla çalıştaya katılması çok güzel bir sürpriz olmuştu.

Sadece Türkiye’nin değil Balkanlar’ın da FETÖ’nün NATO desteğinde yaktığı ateşin çemberinden geçtiği günlerdi. FETÖ Balkanlar’da hâlen faal olan Celvetî, Halvetî, Bektaşî, Melamî tekkelerinin, AB tarafından Bektaşîlik dini adı altında toplanarak tanınması için yoğun bir gayret gösteriyordu.

Detaylarına şimdi girmek istemediğim ama günü geldiğinde birinci elden tanıklarının Tuğrul Efendi’nin söz konusu FETÖ kumpasını kırmaya yönelik büyük faaliyetlerini anlatacaklarını umduğum o ortamda Hazret’in çalıştayımıza teşrif etmelerinin özel bir değeri bulunuyordu. Onun orada yaptığı kısa bir konuşma üzerinden bu değeri, çalıştay sonrasında yazdığım bir yazıda şu kelimelerle iletmiştim:

“Kalplerdeki kara lekeleri hedef alan birer lazer ışını gibiydi (Tuğrul Efendi’nin) söylediği her cümle. Balkanlar’da Müslümanlara karşı kurulan şer ittifakını, öte yandan Müslüman kimi akillerin ille de ada olma saplantısıyla onların ekmeklerine yağ sürdüklerini biliyordu. (…) ‘Size birlik(te) olun demiyorum, bir olun diyorum’ sözü bu manada ayrı iken gayrı olmamanın, uzaktayken ırak kalmamın, bir bedenin organları gibi hareket etmenin şifresi olarak gençlerin zihinlerine işledi.”

Sadece gençlerin değil, benim de zihnimin derinliklerine iyice işlemiş olmalı ki, bu sözü sonraki zamanda kendi anlayışıma da aksettirerek, sahibine olan hayranlığımı, hürmetimi ve takip gayretimi sürdürdüm. Bilahare zihniyet ve sanat merkezli seminer, panel ve söyleşiler vesilesiyle Tuğrul Efendi ile aynı ortamı, bir masayı paylaşmayı da mezkur durumunda Rabbimizin bir nimeti olarak gördüm.

Bu bağlamda, son on yılda yurt dışı seyahatlerimde de sıkça kesişti Hazret ile yolumuz. Öyle ki, İsmail Halis ile birlikte olduğumuz son Özbekistan seyahatimdeki gibi birçok yerde ondan birkaç gün farkla bulunduğum da oldu, Endülüs’teki gibi tam dört gün aynı havayı, hüznü birlikte teneffüs etme imkanım da oldu.

Bu buluşmalar benim için idrakî bir aydınlanma, yeni fikirlerle donanma ve –inşallah– ona nasip olunan tecellilerden pay alma şeklinde tahakkuk etti.

Benim için Tuğrul Efendi’nin mütefekkirliği mutasavvıflığından hep önceydi.

Ancak turuk-i âliyyenin bir ahir zaman şeyhi olarak onun emsallerinden çok farklı oluşu da dikkatimden hiç uzak değildi.

Hazret, her şeyden önce sanat dünyamızın tam içindeydi ve bu dünyanın sorunlarına karşı son derece duyarlı olarak, çok değerli görüşlere ve ciddi tekliflere sahipti.

Musikinin Cerrahîlik’teki yerini ve Tuğrul Efendi’nin bu esastaki kıymetli mesaisini görenler bu bahiste sanata neden vurgu yaptığımı iyi bileceklerdir. Musikiyi şiire, şiiri mimariye eşik sayan Hazret, zikir fenomeninden, Müslüman şehirlerinin imarından yerleşimine kadar birçok güncel meseleye derin bir sanat tecessüsüyle bakabilme nimetinin sahibiydi.

Dolayısıyla Kudüs’ü bir mutasavvıftan dinlemek, Granada sokaklarında onunla birlikte yürümek, V. Carlos’un el-Hamra’nın nadide mekanının ortasına uyumsuz ve çok kaba bir büyük mezar olarak diktiği sayar-lahite gösterdiği tepkiye tanık olmak, nuranî yüzünü gölgeleyen hüznü görmek… zikrettiğim farkın da fevkinde ancak ehlinden beklenilebilecek, özlenilebilecek bir durumdu.

Bu telakki ve beslenme içinde Tuğrul Efendi’ye intisap etmeyi arzuladığımı saklamama gerek yok. Hatta buna işaret olabilecek bir rüyayı gördüğümü ve Hazrete bu rüyadan söz ettiğimi ama anlatamadığımı da… Zorunlu bir modern olmamın zihnimde yol açtığı arızalar nedeniyle bu arzum gerçekleşmedi sanırım, hâlen bir diğer mutasavvıf-sanatçı zat için de yine gerçekleşmiyor ki, zaten nasipten öte yol yoktur.

Benim Tuğrul Efendim böyleydi.

Mekânı nûr, makâmı âlî olsun.