Muhterem Okuyucularım;

Bir haber okudum. İlk yayınlandığında şu şekildeydi: Yıllardır Diyarbakır’ın tarihi Ulu Camii'nde ücretsiz olarak hizmetlerde bulunan ve ziyaretçilere caminin tarihiyle birlikte İslâm'ı anlatan Ramazan Böçkün (Pişkin), birinin şikâyetiyle hakkında açılan dava sonucunda akıl hastanesine kapatıldı. Ramazan Pişkin'in akıl hastanesine yatırılması haberinin ardından gelen tepkiler üzerine Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı bir basın açıklaması yayınladı. Merak ettim, okuduktan sonra tepkim iyice arttı.

Meğerse Pişkin, 2017 yılında Ulu Cami'yi ziyaret eden bir kadına ‘‘bu şekilde dolaşamazsınız, ince giyinmişsiniz, içinizi görüyorum’’ dediği için sözde 'cinsel taciz'de bulunmuş. İnanılması güç bir olay. Hani o 6284 sayılı kanunda yer alan 'Kadının beyanı esastır' hükmü var ya işte bu maddeye göre Pişkin, taciz, takip ve ifşa eyleminde bulunduğu şikâyeti üzerine soruşturma başlatılmış ve “suçlu” bulunmuş. Yargılama sırasında sanık, suç tarihinde akıl hastası olup olmadığının ve dolayısıyla ceza sorumluluğunun bulunup bulunmadığının tespit edilmesi amacıyla Dicle Üniversitesi Psikiyatri Anabilim Dalı Başkanlığına sevk edilmiştir.

Yapılan tetkik ve muayeneler sonucunda ilgilinin şizofreni hastası olduğu rapor edilmiştir. İşte garibim, şizofreni hastası olmasından dolayı hapse atılmamış ama tedavi amacıyla akıl hastanesine sevk edilmiştir. Savcılık bize ferahlatıcı bir bilgi daha vermiş: Ceza Kanunumuzun 57. maddesinin ikinci fıkrası gereği hakkında güvenlik tedbirine hükmedilmiş olan akıl hastası, yerleştirildiği kurumun sağlık kurulunca düzenlenen raporda toplum açısından tehlikeliliğinin ortadan kalktığının veya önemli ölçüde azaldığının belirtilmesi üzerine mahkeme veya hâkim kararıyla serbest bırakılabilirmiş.

Ya Kişi, Zarar Vermeyen Bir Şizofren İse…

Bu olayda üst üste yanlışlıkların yapıldığına kanaat getirdim. Bir kere kişi, velev ki şizofren olsun topluma zarar verici bir nitelik taşımadığı, geçmiş yıllardaki tutum ve davranışlarından anlaşılacağı üzere aşikârdır. Dolayısıyla akıl hastanesine yatırılması, gereksiz ve yersizdir. Çünkü şizofreni hastalığının “irrevesibl” bir yönü vardır yani geri dönüşümü olmayan kalıcı bir rahatsızlıktır. O halde kişi, şizofreni bağlamında cezaî ehliyet taşımadığına ve zarar verici hal ve hareketlerde bulunmadığına göre bir akıl hastanesine sevk edilmek yerine derhal serbest bırakılması gerekirdi.

Ya Kişi, Bir Meczup İse…

Bilirkişi raporunu hazırlayan seküler/pozitivist/materyalist zihinde olan psikiyatri uzmanlarımız camilerin etrafında dolaşan veya cemaatin arasına giren bazı garip insanlarımızın özel hâllerini anlayacak bilgi ve tecrübeye sahip değildir. Meczupların gerçek manevî hâlini ancak takva ehli, irfân ehli İslâm âlimleri anlayabilir. Ramazan Pişkin kardeşimizi ruhsal bozuklukları veya akıl hastalıkları kapsamında ele alıp onun sadece “Şizofren” olarak tanımlanması sonucunda akıl hastanesine sevk edilmesi, gerek hâkimlerimizin, gerekse psikiyatrilerimizin meczupların manevî âleminin gerçek mahiyetini bilmediklerinin bir göstergesidir.

Hiç kimseye zararı olmayan ve kendi akıllarınca gönül dünyalarından bazen anlamlı, bazen şifreli sözler sarf eden meczuplar, hemen her camiinin müdavimlerindendir. Atipik yönleriyle onları oldukları gibi kabullenmek ve onları sosyal hayatımızın bir parçası olarak görmek, “normal” insanlardan beklenen bir insanlık görevidir. Onlara zahiren belki de “deli, divane” gözüyle bakabiliriz ama unutmayalım ki onlardan bazıları Allah’ın özel himayesi altında olan gizli velilerdendir.

Kim bilir belki de onlardan bazıları, Allah'ın rızasını kazanan ve yakınlığına lâyık görülen, her türlü heva ve heves lekesinden temizlenen ve bu sayede manevî makam ve mertebelere ulaşan ermiş kimseler olabilir. İslâm âlimleri ve maneviyat büyüklerimiz geçmişte bu tip insanlara bu gözle bakmamızı telkin etmiştir. Belki de bugünün tabiriyle zihinsel engelli veya akıl hastası olanları korumak ve toplumdan dışlanmalarını engellemek maksadıyla bu sözler sarf edilmiş olabilir. Ama belki de bu garip insanlardan özellikle meczup olarak ifade edebileceğimiz gizli velilerden ders almamız istenmiş de olabilir. Ne olursa olsun, zarar vermeyen farklı ve özel insanların dün tekkeler de olduğu gibi bugün cami içinde veya etrafında görünmeleri, hikmet ve hakikat boyutuyla bizim için bir tefekkür vesilesi olmalıdır.

Ya Kişi, Görevini Yapmış İse…

Beğenilim veya beğenmeyelim; Türkiye Cumhuriyeti laik bir devlettir. Ancak Allah’ın evi hükmünde olan cami içinde laiklik söz konusu olamaz. Orada C. Hakkın kuralları geçerlidir. İster kadın, ister erkek olsun, her Müslüman camiinin adabına uyarak, bu şekilde camiye girmelidir. Bunların başında abdestli olmak ve tesettürlü olmak gelir. Bir Müslüman kadın, camiye bu edep çerçevesinde girmediğinde imam efendi uygun bir lisanla uyarır.

Eğer imam efendi, o esnada hazır bulunmuyorsa cemaatten şuurlu bir fert bu görevi üstlenir. İşte Ramazan Pişkin kardeşimiz de manevî sorumluluğunun bir gereği olarak bu görevi ifa etmiştir. Tesettüre riayet etmeyen bir bayanın, hatasını anlayıp teşekkür etmesi gerektiği halde görevini kendi tarzına göre yerine getiren bir meczuba “bana cinsel tacizde bulundu” demesi, iftira değil de nedir?

Kaldı ki, ‘‘bu şekilde dolaşamazsınız, ince giyinmişsiniz, içinizi görüyorum’’ sözü, insan ve olaylara kalp gözüyle, basiretle ve ferasetle bakabilen/görebilen tam da bir meczubun ifade edebileceği tarzda bir manevî uyarıdır. Yarı deli, yarı veli olarak da tarif edilen bazı meczuplar, insanın iç âleminin güzelliklerini de, çirkinliklerini de görebilir. Allahu âlem, burada kastedilen kadının mahrem yerlerinden ziyade bir meczubu rahatsız eden kişinin iç dünyasındaki karanlık noktalardır. Peygamberimiz (sav), bu gibi hâller yaşayabilen müminler hakkında bakınız ne diyor:

“Müminin ferasetinden sakının! Çünkü o Allah’ın nuruyla bakar.” (Tirmizi)

Velhasıl-I Kelâm

Kanaatimce mahkemenin almış olduğu karar, adalete ve vicdana aykırıdır. Üstelik bu karar, Gayretullaha da dokunabilir. Hâkimlerimiz de insandır. Yanılabilir. Onun için derhal kararınızı düzeltiniz ve meczupluk alameti taşıyan Ramazan kardeşimizi, içinde bulunduğu uygunsuz ortamdan çıkartınız. Kim bilir belki de o, Allah’ın gizli velilerinden birisidir.

Diğer taraftan şikâyette bulunan malum bayana camiye uygunsuz bir vaziyette girmesinden dolayı belki de Kabahatler Kanuna göre bir işlem yapmanız gerekmez miydi? Ayrıca kim bilir belki de malum bayan, kendisine Müslümanca uyarıda bulunmuş olan Ramazan kardeşimize iftira atmış olamaz mı? Şahitler dinlenmiş mi? 'Kadının beyanı esastır' maddesi Kanunda yer alıyor ama unutmayınız ki böyle bir beyandan dolayı Hz. Yusuf da haksız yere hapse atılmıştı. Umulur ki bundan böyle alınan kararlarda Hakkın Beyânı da dikkate alınır vesselâm.