Bir toplumun bozulup bozulmadığı, toplumsal ilişkilerdeki müspet veya menfî değişimden anlaşılabilir. Türkiye devletinin rejimi, laik bir cumhuriyettir. Bu sistemde kimsenin dinine veya dinsizliğine müdahale edilemez. İsteyen istediği inancı yaşayabileceği gibi, isteyen de bize göre Bâtıl olduğuna inandığımız bir inancı dahî savunabilir. Ne var ki bazen sakıncalı bulduğumuz bir yapıya veya örgüte mensup veya iltisaklı olduğu zannedilen bir vatandaşa hayattayken, onu ıslah etmek yerine kınadığımız, eleştirdiğimiz yetmiyormuşçasına öldüğünde bile onun gömülmesine müsaade etmek istemiyoruz.

Geçmişte ve yakın zamanda böyle olaylara maalesef şahit olduk. Bazen mezarlık çevresinde toplanan bir güruhun, “Burada şehit cenazesi var, buraya bir teröristi, bir haini gömdürmeyiz. Burası Ermeni Mezarlığı değil” gibi sözlü müdahalelerle defin işlemlerini engellediklerini basından öğreniyoruz. Halbuki ölen kişilerin çoğu, ifade edilen suçlamalarla hüküm bile giymiş değildir.

Devleti temsil eden yetkililer, çoğu zaman bu gibi hadiseleri kınamakta ve bu gibi provokatif eylemlerin gayri insanî olduğunu, bizim inanç değerlerimizle, kültür ve medeniyet değerlerimizle bağdaşmadığını ifade etmektedir. Lakin buna rağmen benzer hadiselerin yine yaşandığını görmekteyiz. Ölüye saygı bizim inancımızın, medeniyetimizin en temel unsurlarından bir tanesi olduğu halde neden toplum olarak bu hâle geldik? Halbuki bizim dinimiz, hangi dinden veya inançtan olursa olsun, (zalim olanlar hariç) her insana, hem hayattayken, hem de öldükten sonra azami derecede saygı gösterir. Bütün insanlar, ihtiramı (saygıyı) hak eder. Çünkü Allah, kitabında açıkça şöyle buyurmaktadır:

“And olsun, biz insanoğlunu şerefli kıldık.” (İsrâ: 70).

Peygamberimiz (sav) de bir gün yanından geçen bir cenazeyi gördükten sonra hemen ayağa kalkmasından sonra sahabilerin kendisine bunun bir Yahûdî cenazesi olduğunu haber vermeleri üzerine bütün insanlık için şöyle bir sosyal mesaj vermiştir:

“O da bir insan değil mi?” (Müslim; Cenaiz: 78/1596).

Multi-kültürel bir toplumda değişik din ve(ya) mezheplere mensup insanların birlikte barış içinde yaşayabilmelerinin tek yolu işte bu hadis-i şerifte gizlidir. Her halükârda bizden olsun veya olmasın merhametin bir gereği olarak eşref-i mahlûk olan insana saygı, bir Müslümanın güzel ahlâkındandır. Yaşadığı müddetçe ve vefatından sonra da istisnasız her insana saygı, dinimizin sosyal hayata dair belirlemiş olduğu en önemli temel esaslarından birisidir. Toplumsal bir kural (adab-ı muaşeret) gibi görülebilen bu tutum ve davranışın arkasında ayrıca öze doğru bir manevî hatırlatma da vardır. Nitekim Peygamberimiz (sav), yabancı bir cenaze merasimi esnasında ayağa kalktığı gibi şu sözleri de sarf etmiştir:

“Şüphesiz ölüm, korkunç bir şeydir. Cenazeyi gördüğünüzde hemen ayağa kalkınız.” (Müslim; Cenaiz: 78/1593).

Evet; Bir Müslüman, bir hamlede, hem vefat edene ve cenazeye katılanlara hiçbir önyargıda bulunmadan insanlık adına saygı gösterecek, hem de ölüm gibi olağanüstü bir olay karşısında kendi uhrevî akıbetini düşünerek, ruh dünyasıyla içsel bir muhasebe yapacak. İşte, Müslümana yakışan budur. Peki, son yıllarda vuku bulan olayları nasıl yorumlamak gerekir?

Cenazeden haberdar olan gözü kararmış kişiler, bırakın vefat edenin yakınlarına taziyede bulunmayı veya en azından cenazeye saygılı davranmayı, tam tersine cenazenin mezarlığa defnedilmemesi için, çılgınca her türlü engelleyici girişimlerde bulunma cesaretini gösterebiliyor. Cenaze sahiplerinin dünya görüşlerini benimsemeyebilirsiniz, ama bu cahilce tutumumuz ve eyleminiz ile Alevi-Sünni veya Türk-Kürt kardeşliğine zarar veriyorsunuz. Öbür dünyada kimin cennetlik, kimin cehennemlik olduğunu bırakın da Allah karar versin. Bu yaptığınız Kur’ân’a ve Sünnete açıkça aykırı olduğu için, gayretullaha dokunur. Her ölen, öbür dünyada kendi hesabını kendisi verecektir. Sizin müdahaleleriniz ve toplumu kışkırtmalarınız boşunadır. Bakınız Peygamberimiz (sav) ne buyuruyor:

Ölülere sövmeyin! Çünkü onlar, önceden ahirete göndermiş olduklarının neticeleriyle baş başadır.” (Buhârî; Cenâiz: 97).

Görüldüğü gibi, ruhunu teslim etmiş olan bir insanın arkasından belki de onda hiç olmayan bazı yakışıksız vasıflarla konuşmak ve bu şekilde halkı kışkırtırcasına hakarete varan iddialar yaymak, toplumsal düzeni alt üst eder. Kaldı ki her ölen, zaten öbür dünyada ceza veya mükâfatıyla karşı karşıyadır. Henüz ölmemiş olanların buna şu veya bu şekilde ne müdahale hakları, ne de gücü var. O halde, ey şeytanın tahrikine kapılmış olan saldırgan güruh; İlle de birilerini lanetlemek mi istiyorsunuz? İşte size küfür ve zulüm üzere öldüğü kesin olan birkaç isim vereyim: Firavun, Ebû Cehil ve Ebû Leheb.

T.C. vatandaşlarının arasında yeni husumetlere ve yeni etnik/dinî/mezhebî bölünmelere yol açabilecek her türlü tahrip ve tahrik edici eylemlerinin vukuu bulmaması için, başta yöneticilerimiz olmak üzere herkes, birbirine saygı duymalı ve hayra davet eden yumuşak ve mutedil bir dil kullanmalıdır.