Danıştay 10. Dairesi, Ayasofya'nın camiden müzeye dönüştürülmesine dair Atatürk imzalı 24 Kasım 1934 tarihli Bakanlar Kurulu kararını iptal etmesi üzerine Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan imzalı bir Genelge ile Ayasofya yeniden ibadete açıldı. Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesi, özellikle Milli Görüş geleneğinden gelen Müslümanların en büyük mücadele alanlarından birisiydi. Bununla ilgili olarak bir hatıramı paylaşmak isterim.

Bir Hatıram

Yıl 1990. Mannheim Üniversitesini yeni bitirmişim ve Milli Görüş Derneklerinin desteği ile Ludwigshafen Belediyesi Yabancılar Meclisi üyesi olarak seçilmişim. Türkiye’de ANAP iktidardaydı. Hükümeti temsilen Devlet Bakanı Sayın Mehmet Yazar’ın gurbetçi işçilerimizin derdini dinlemek üzere Ludwigshafen’e geleceğini öğrendim.

Bakan bey, Konsolos heyeti ile birlikte belirlenen günde kiralanan salona girdi. Büyük salon, tıklım tıklım doluydu. Ben yerimi ilk sırada yer aldım. Bakan bey, mütevazı ve sakin bir kişiliğe sahipti. İlk önce vatandaşlarımızın sorunlarını dinlemek ve sorularını almak istedi. Buna bizim gurbetçilerimiz hiç alışık değildi. Genelde bir siyasetçi veya bir partinin genel başkanı gelir, nutuk atar, herkes çılgınca alkışlardı. Onun için vatandaşlar başta biraz tedirgin idi. Çekine çekine soru soruyorlardı. Sorulan sorular da daha çok vize, pasaport, çocukların Türkçe dersleri gibi daha çok teknik konular ile ilgiliydi.

Ben ise Türkiye’ye dair bazı kritik sorular hazırlamıştım. Ama hepsini benim sormam dikkat çekeceği için, “bu hükümet, Ayasofya’yı camii olarak açacak” diyen Mehmet Aydınlı isminde bir ilahiyatçı arkadaşım vardı. Ona Ayasofya ile ilgili ilk soruyu sormasını istedim. Arkadaşım, parmağını kaldırdı, ön tarafa gitti ve mikrofon kendisine verildi. Soruyu sorar sormaz, salonda birden alkış tufanı çıktı. Devlet Bakanı Mehmet Yazar, hiç istifini bozmadı. Çok soğukkanlı olarak meseleyi ele aldı ve bunun uluslararası diploması arenasında bazı sıkıntılara yol açabileceğini, diplomatik olarak ihtiyatlı davranılması gerektiğini söyledi.

Artık sıra bana gelmişti. Ben de mikrofonu elime aldım ve “Müsaade ederseniz iki sorum olacaktı” dedim. “Birincisi: Türk Ceza Kanununda demokratik ve özgürlükçü bir ortam oluşturmak adına 141. ve 142. maddeler kaldırıldı. Hâlbuki Müslümanlar üzerine Demokles’in kılıcı gibi sallanan 163. madde halen yerinde duruyor. Siz muhafazakâr bir hükümetsiniz. Bu maddeyi ne zaman kaldırmayı düşünüyorsunuz?”

Daha soruyu bitirmedim ki halkımız beni çılgınca alkışladı. Onların dillendiremediğini ben açık yürekliliğimle sorabilmiştim.

“Gelelim ikinci soruma” dedim ve ekledim: “12 Eylül darbesinden sonra birçok vatandaşımızın vatandaşlığı elinden alındı…Türk Federasyonunun eski Başkanı Musa Serdar Çelebi ile Kadir Mısıroğlu neden vatanlarına dönemiyor?” Bu soruma da müthiş alkış aldım.

Bakan bey; sorularımı dikkatlice dinledi ve not etti. Her iki soruma yönelik çok yakın tarihte müspet gelişmelerin olacağının müjdesini verdi. Salonda bulunan dinleyiciler, bu cevaplardan fevkalade memnun oldular ve Bakanı beyi de alkışladılar.

Atatürkçü Bayan Sorularımızdan Rahatsız Duydu

Sonra salonda bulunan bir bayan ayağa kalktı. Sinirli bir şekilde mikrofonu kaptı ve işaret parmağını kaldırarak, şöyle haykırdı: “Şunu unutmayınız ki Türkiye Cumhuriyeti bir Atatürk Cumhuriyetidir. Türkiye Cumhuriyeti laiktir. Atatürk ilkelerinden vazgeçemeyiz. Sorulan soruların hemen hepsi laikliğe aykırıdır.”

Bu ihtarları duyan dinleyiciler, kadına öyle sesli bir yuh çekti ki, salon adeta çalkalandı. Konsolos heyeti ne yapacağını şaşırdı. Halkı sükûnete davet ettiler. Bu kısa gerginlikten sonra yine rahat bir tavırla Bakan Bey, söz aldı ve sanki hiçbir şey yaşanmamış gibi gurbetçilerimizi ilgilendiren konular hakkında bilgi vermeye devam etti.

Hürriyet Gazetesi Beni Mürteci İlan Etti

Ertesi gün Hürriyet Gazetesi, konuyu farklı bir yere çekerek, olayı tamamıyla çarpıtmıştı. Verilen haberin başlığı büyük puntolarla şu şekilde atılmıştı:

BAKANIN GÖZÜ ÖNÜNDE ATATÜRK’E YUH ÇEKİLDİ: İrticanın gövde gösterisinde Mehmet Yazar sessiz kaldı! … Devlet Bakanı Mehmet Yazar’ın (ANAP) hazır bulunduğu toplantıda söz alan Ali Seyyar isimli kişi (resimde solda ayakta) Anayasa’nın 163. maddesinin kaldırılmasını istedi. Ali Seyyar (30): “Sol görüşlü kişilerin yurda dönmesine izin veriliyor. Aynı hak, Musa Serdar Çelebi ve Kadir Mısıroğlu gibi kişilere de tanınmalıdır” dedi. Ali Seyyar’ın sözleri salonda alkış ve tekbir sesleriyle karşılandı. …Avrupa’nın göbeğinde Türk devletinin bir bakanın katıldığı toplantıda Atatürk’e yuh çekildi. Ne yazık ki Türk devletinin ve Atatürk ilkelerinin koruyucusu olması gereken bir bakan, bu irtica gösterişine karşı sessiz kaldı, bir yanıt vermedi … Almanya’da liyakat madalyası almış öğretmen Mürvet Özeri ‘Türkiye Cumhuriyeti laiktir. Atatürk ilkelerinden vazgeçmeyiz’ deyince,  salonda tekbir getirildi, Atatürk’e yuh çekildi.” (1)

Habere göre ben dinleyicileri sorularımla kışkırtmış olduğum gibi, hem irtica gösterişine, hem de Atatürk’e yuh çekilmesine sebebiyet vermişim. Hâlbuki dinleyiciler, tamamen kendi inisiyatifiyle doğal bir refleks olarak kendilerine ders verircesine bağıran kadına tepki göstermiş ve kadının bu tavrına yuh çekmişti. Ama kasıtlı habere göre “mürteciler”, Bakanın huzurunda Atatürk’e yuh çekmişti.

Konsolos, Pasaportuma El Koydu

Hürriyet’in bu haberinden sonra bazı şeylerin iyi gitmeyeceğini hissediyordum. Millî Görüş Teşkilatlarında halen aktif görevlerim vardı. Pasaportumun süresi bitmişti. 5 Nisan 1990 tarihinde Mainz Başkonsolosluğuna gittim. Pasaportumu gören memur, beni yan odaya aldı ve bir süre bekletti. Sonra memur bey, “Sayın Muavin Konsolosumuz Ömer Tüzel beyefendi sizinle başka bir odada görüşmek istiyor.” dedi. Muavin konsolos dosyayı açtı, şöyle bir baktı sonra bana bakarak hararetli bir tavırla konuşmaya başladı:

“Sen son dönemlerde konsolosluğumuz tarafından tertiplenen toplantılara katılıp, halkımızı kışkırtan çıkışlar yapmışsın. Örneğin provokatörlüğünü Ludwigshafen’de sergilemişin…” Sonra sağ eliyle oturduğu koltuğun arka tarafında duvarda asılı duran Atatürk resmini göstererek, “Bak bunu seveceksin! Tamam mı?”

Ben o anda hemen tepki gösterdim. “Ne alaka beyefendi, nerden çıktı şimdi bu konu…” diye sesimi yükselttim. Muavin konsolos, bu ani çıkışım karşısında neye uğradığını şaşırdı ve şöyle dedi: “Bir dinle beni ilk önce. Kiminle muhatap olduğunu unuttun herhalde? İlk önce beni dinle sonra konuşursun” dedi. Bunun üzerine kendisi birkaç dakika konuştu, nasihatlerde bulundu, devletin önemine işaret etti, Atatürk’ün ne kadar önemli bir devlet adamı olduğunun altını çizdi.

Söylediklerini not ettim, dikkatlice dinledim. Bittiğinde “Şimdi lütfen siz beni dinleyin.” dedim ve savunmaya geçtim.

 “Efendim, ben iktisat uzmanıyım. Bu bağlamda Atatürkçü Düşünce Sisteminin umdelerinden olan Devletçilik maddesi üzerinde durmak istiyorum. Devletçilik, iktisat teorileri ve pratik yansımaları açısından devlet kapitalizmi yani sosyalist ekonomi olarak tanımlanabilir. Bugün T.C. Devletimiz, küreselleşme sürecinde dünyaya açılma ve Avrupa ekonomik sistemine entegre olma stratejileri güttüğü için, yavaş yavaş liberal ekonomiye, yani serbest piyasa ekonomisine geçmek üzere reformcu bir politika izlemektedir. Sosyal devlet olmamız hasebiyle ileride bu da yeterli olmayacak ve sosyal piyasa ekonomisine geçiş yapmak mecburiyetinde kalacağız. Dolayısıyla bütünüyle kamu eliyle plânlanan ve yürütülen bir ekonomik model olan Devletçiliğin yetersizliği görüldüğü için devletimiz de bundan tedricî olarak uzaklaşarak, karma ekonomik modelini ihdas etti. Şimdi ise Başbakanımız Sayın Turgut Özal sayesinde liberal sisteme geçiş süreci yaşamaktayız. Dolayısıyla Atatürkçülüğün bu ilkesi, her ne kadar Anayasamızda halen yer alıyorsa da fiilen devlet politikası olmaktan çıkmıştır. Ben de daha çok manevî değerlerle pekiştirilmiş bir sosyal piyasa ekonomisini savunduğum için, iktisadî anlamda Atatürkçü olmadığımı söylemek istedim.”

Muavin konsolos, benim bu izahlarımdan ne anladı bilmiyorum ama söylediklerimden ikna olmuş olacak ki “Ha, sen demek bu açılardan bu konuya bakıyorsun. Anladım. Buna diyeceğimiz bir şey yok canım…Çok özür dileriz. Biz sizin memleket konularına duyarlı olduğunuz konusunda hiç şüphemiz yok…Pasaport işlemleriniz derhal yapacağız. Sizinle tanışmak iyi oldu. Her zaman bekleriz…”

Elhâsıl

Türkiye’de Atatürk’ü ve ilkelerini tartışmak yıllarca tabu olarak görüldü. Halbuki bugün Atatürk’ün aldığı bazı kararların yanlış olduğunu veya artık geçerli olmadığını düşünebiliriz. İşte 24 Kasım 1934 tarihli Bakanlar Kurulu kararı da bunlardan birisiydi. Nasıl ki bendeniz zamanında ANAP hükümetine bazı eleştiri ve taleplerde bulunduysam bugün de AK Parti hükümetinden Hak adına bazı isteklerde bulunmak istiyorum:

1- Türkiye’nin özgürlükçü bir demokrasiye kavuşabilmesi için, Atatürk'ü Koruma Kanunu olarak bilinen 5816 sayılı Kanun lağvedilsin.

2- Ayasofya’nın açılışı yeni fetihlerin bir başlangıcı olarak görülüyorsa ilk önce memleketimizde İslâmî ölçüler dikkate alınarak, aile hukukunda, faizli ekonomi ve finans sisteminde, laikçi eğitim sisteminde yeni düzenlemelere gidilmelidir.

3- Ve bir KHK mağduru olarak Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan’ın “Ayasofya’nın dirilişi, insanlığın özlemle beklediği temeli adalet, vicdan, ahlâk, tevhid ve kardeşlik olan medeniyet güneşimizin yeniden yükselişinin sembolüdür” sözünden yola çıkarak, FETÖ ile mücadele kapsamında takipsizlik ve beraat kararıyla masum olduğu hukuken tespit edilen vatandaşlarımızın hakları ivedilikle iade edilmelidir.

Unutmayalım! Gerçek fetih, mazlum ve kırgın gönülleri yeniden fethetmektir. Yunus Emre, “Bir gönül yapmak, yüz Kâbe’yi yapmaktan iyidir. Kalp kırmak ise, Kâbe’yi yıkmaktan daha kötüdür.” der. İmanlı kalplerin sahiplerine artık şüpheli gözle bakmaktan vazgeçelim ve bir masum insanın hakkını teslim etmenin, bin Ayasofya açmaktan daha hayırlı olduğunu kalben, vicdanen kabul edelim, vesselâm.

(1) Uğur Ercan; Adnan Celepoğlu; “Bakanın Gözü Önünde Atatürk’e Yuh Çekildi” Hürriyet Gazetesi; 06.03.1990.