Memleketimizde laiklik yıllardan beri tartışılır durur. Şimdi ise özellikle Müslüman kesim, deizmi tartışıyor. Ama hemen kimse Türkiye’de özellikle gençler arasında ve hatta imam hatipliler arasında deist olanların sayısındaki artışın asıl sebebini bilmiyor, bilse bile söyleyemiyor. Çünkü işin içinde anayasal bir ilke olan laiklik var. Farkında mısınız biz Müslümanlar, manevî sorumluluğumuzun bir gereği olarak insanlarımızın deist, ateist ve nihilist olmalarından dolayı üzülüyoruz. Ama dikkat ederseniz laikliği hararetle savunan Kemalistler, bu gidişattan hiç de rahatsız değiller. Ancak İslâmî cemaatler, tarikatlar, vakıflar ve hatta Diyanet bile bu gidişata bir çare bulamıyor. Bulamaz da. Çünkü hiç biri “deizmin, ateizmin ve nihilizmin arkasında Kemalist soslu laik sistem var” diyemiyor. Bu iddiamı şimdi bilimsel açıklamalarımla ispat edeyim.

Laiklik, Atatürkçülük ve Deizm Arasındaki Doğal İlişki

Türkiye laik, demokratik bir devlettir. İsteyen istediği gibi inanabilir veya inanmayabilir. Laiklik, bunu sağlıyor ve hatta bunu teşvik ediyor ve hatta herkesin laik olmasını istiyor. Deistler, laik sistemden son derece memnundur. Neden olmasın ki? Laiklik, deist yandaşlarının sayısının artmasına yardımcı oluyor. Nitekim deistler, anayasal hakları kapsamında derneklerini kurar kurmaz, kendilerini tanıtırken, daha ilk cümlelerinde “FİKRİ HÜR, VİCDANI HÜR, İRFANI HÜR” yurttaşlardan bahsetmektedir. Ve bundan da direkt olarak deizmi anlıyorlar. Peki, üç kez tekrarlanan “HÜR” sözü sizlere kimi hatırlattı? Atatürk, 23 Nisan’ı çocuklara armağan ettiğinde ardından Türk çocuklarını yetiştirecek olan öğretmenlere ne gibi tavsiyede bulunmuştu?

 “Muallimler, Cumhuriyet sizden FİKRİ HÜR, VİCDANI HÜR, İRFANI HÜR, nesiller ister.”

Deistler, örgütsel girişimlerde bulunurken ve sosyal medyada cirit atarken, sanki en büyük ilham kaynağı, Atatürk ilke ve inkılapların en önde gelen umdesi olan laikliktir. Laiklik sayesinde T.C. vatandaşları, İslâm dininin dışında başka din ve inanç sistemlerini kabul edebilir. O halde hükümranlığı olmadığı düşünülen Yaratan’a inanmaları ve deist olmalarını da gayet normal karşılamalıyız. Deistler, tevhidî dinden uzaklaşıyor ve el hak Yaratanı inkâr etmiyor ama…aması ne? En iyisi kendi ağızlarından dinleyelim: “Deizm, doğadaki tasarımlar/kanunlar ışığında akla ve mantığa dayalı bir Tanrı inancıdır. Her tasarımın bir tasarımcısı vardır. Bu sebeple Deizm doğal bir inançtır, sözde gökten inen bir inanç değildir.”

“…sözde gökten inen bir inanç değildir” de ne demek acaba? Merak ettiyseniz deistler, kendi kafalarına göre onun da bir açıklamasını yapar:

“Deizm’in doğasında ve felsefesinde, SÖZDE GÖKTEN İNDİĞİNE İNANILAN İSLÂM, Hristiyanlık ve Musevilik gibi dinlerin temsil ettiği korkutma ve hurafeler yoktur.(Bu dinlere “sözde gökten inme” dinler deniliyor çünkü onlar tanrıdan bir vahiy alındığını iddia ediyor ve bu dinler çeşitli ve karışık kutsal kitaplara dayandırılıyor).”

Şimdi deistlerin ne demek istediğini iyice anladınız değil mi? Başta İslâm olmak üzere vahye dayanan bütün tevhidî dinler inkâr ediliyor. Haydi diğer dinlerin kitapları tahrif olmuş olabilir ama Kur’ân-ı Kerim de (haşa) vahye dayanmıyormuş ve içeriği karışıkmış. Açıkçası deistler, Tanrı’ya inanıyormuş gibi görünseler de İslâm’ı, son Peygamber Hz. Muhammed’i (sav) ve Kur’ânı-ı Kerim’i reddeden gizli din düşmanlarıdır. Amblemlerinde yer alan “Dinlerden Özgürlüğe” ise dinlerden yani İslâm’dan arındırılmış bir bâtıl inanç/felsefeden başka bir şey değildir.

Enteresandır şu “SÖZDE GÖKTEN İNDİĞİNE İNANILAN İSLÂM…” sözü de beni yine Atatürk’ü hatırlattı. Yoksa bu cümle, Atatürk’ten bir intihal olmasın?! Neden mi? Çünkü Atatürk, 1 Kasım 1937’de TBMM’nin açılış merasiminde konuşmasının sonlarına doğru benzer sözleri sarf etmiştir de onun için:

“Dünyaca bilinmektedir ki, bizim devlet yönetimimizdeki ana programımız, Cumhuriyet Halk Partisi programıdır. Bunun kapsadığı prensipler, yönetimde ve politikada bizi aydınlatıcı ana çizgilerdir. Fakat bu prensipleri, GÖKTEN İNDİĞİ SANILAN KİTAPLARIN DOĞMALARIYLA asla bir tutmamalıdır. Biz, ilhamlarımızı, gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya yaşamdan almış bulunuyoruz.”(Millet Meclisi Tutanak Dergisi D. V, C. 20, Sa. 3):

Deistler, sanki Atatürk’ün bu izaha muhtaç, biraz da gizemli ve muğlak ifadelerinin doğru anlaşılması için, şu aydınlatıcı yorumlarıyla bizlere âdeta yardımcı olmaktadır:

“Yeterli sayıda insan deist olduğu zaman akıl ve mantık, korkuyu ve hurafeleri ortadan kaldıracak ve onun olumlu etkisi tamamiyle toplumların bir parçası olacak. İşte o zaman, SÖZDE GÖKTEN İNEN DİNLERİN saçma sapan şiddet yanlısı hurafelerine inanan milyarlarca insan sahip oldukları, sonsuz kişisel ve toplumsal gelişme sağlayacak, tanrı vergisi akıllarının etrafında birleşecek.”

Evet, deistlere göre Atatürk de bu tarihî sözleriyle deizmi tarif etmiş ve deizmin bir temsilcisi olarak “SÖZDE GÖKTEN İNEN DİNLERİN” değil de ‘Hür Akıl’ile Tanrı’nın varlığı bulunabilirmiş. Ancak deizme göre Tanrı’nın varlığını kabul edeceksin ama aynı ‘hür akıl’ ile gökten vahiy yoluyla peygamberlere “indirildiği düşünülen” dinlere inanmayacaksın ve(ya) çağdaş dünyada bunlara ihtiyaç kalmadığını anlayacaksın.

Modern deistler, çok sinsî bir aldatmacayla ve kastî olarak Kur’ân-ı Kerim’in, bizlere hep hiç “akletmez misiniz?” sorusuna muhatap tuttuğunu görmezlikten gelir. Allah, insanlardan âyetlerin ışığı altında kalben akletmemizi isterken, deistler ‘Hür Akıl’ kavramını ortaya atarak, nefsanî/şeytanî aklı tercih etmektedir. Kendi yanıltıcı iddialarına göre “Tanım gereği Musevilik, Hristiyanlık ve İslâm birer mezheptir. Çünkü bu dinlerin müritleri inanmak için, tanrı vergisi akıllarını kullanmazlar, başka bir deyişle mantıksız dogmatik öğretileri ve hurafeleri kabul ederler.”

Deizm, Tanrı/Allah vardır der ama ifade ettiğimiz gibi vahiyle gelmiş olan bütün tevhidî dinleri ve dolayısıyla Kur’ân ve Sünneti de açıkça reddederek, Allah’ın her daim var olan mutlak hâkimiyetini bütünüyle yok sayar.

Deizmle Nasıl Mücadele Edilir?

Bugün tevhidî istikametini koruyan tek ve en son vahiy dini İslâm’dır. Bu dinin koruyucusu Allah’tır. Ancak bu dine dolaylı veya dolaysız olarak değişik isimler altında saldırmak, dinimizi tahrip etmek ve Müslümanları şuursuz hâle getirmek isteyen birçok felsefik/ideolojik/bâtıl inanç grup ve örgütleri vardır. Bunları karşı şuurlu Müslümanlar, uyanık olmalıdır. Hiçbir şuurlu Müslüman, sadece vahye değil hiçbir vahdaniyet tecellisine inanmayan deizmin bu açık itiraflarından sonra kendi hak dininden uzaklaşarak veya onu büsbütün terk ederek, deist olacağını düşünemem.

Ama İslâm’ın tevhidî istikametinden uzaklaşıp beş vakit namaz gibi farzlarını ifa etmekte ihmalkârlık gösterirse her bir Müslüman, gaflet içine düşebilir ve Allah’ın rahmet ve bereketinden mahrum olabilir. Onun için Yüce Allah, itikadımızı, imanımızı, cihat ruhumuzu tehlikeye sokabilecek bütün bâtıl/şeytanî/ideolojik/felsefik inanç sistemlerine karşı bizlere tevhidî akıl, tefekkür, şuur, istikamet, hürriyet ve saadet versin. Kısacası sivil hayatta deizmle mücadele, tebliğ ile olur.

Ama bu asla yeterli değildir. Siyasî/idarî/kamusal boyutuyla deizmle mücadele, ilk önce deizmin, Kemalizm’in ve laikliğin bir sonucu olduğunu bilmekten geçer. Bu bilinmeden deizmle mücadele edilemeyeceğini herkes bilmelidir, vesselâm.