Ak Parti hükümeti, hukuk reformuna dair bazı girişimlerde bulunma ihtiyacı duymaktadır. İçeriğini ve kapsamını henüz tam olarak bilmiyoruz. Ammâ hukuk alanında gerçekçi bir reformdan bahsedebilmek için, ilk önce 1982 anayasasının yeniden dizayn edilmesi gerekmektedir. Daha doğrusu yeni bir anayasaya ihtiyacımız var. Madem hangi hükümet gelirse gelsin T.C. Devleti, resmen AB’ye tam üye olarak girmek istiyor, o halde anayasal düzeyde Kemalizm barındırmayan bir reformun yapılması kaçınılmazdır. Bu gerçeği, anayasa hukukçusu ve CHP’li milletvekili olanProf. Dr. Kaboğlu görmüş olacak ki, bu yönde yeni bir anayasa taslağı hazırlama gereği duymuştur. O halde ilk önce T.C. Anayasasının Başlangıç kısmına bir göz atalım:

“Türk Vatanı ve Milletinin ebedî varlığını ve Yüce Türk Devletinin bölünmez bütünlüğünü belirleyen bu anayasa, Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu, ölümsüz önder ve eşsiz kahraman Atatürk’ün belirlediği milliyetçilik anlayışı ve O’nun inkılâp ve ilkeleri doğrultusunda…Hiçbir faaliyetin Türk millî menfaatlerinin, Türk varlığının, Devleti ve ülkesiyle bölünmezliği esasının, Türklüğün tarihî ve manevî değerlerinin, Atatürk milliyetçiliği, ilke ve inkılâpları ve medeniyetçiliğinin karşısında korunma göremeyeceği ve lâiklik ilkesinin gereği olarak kutsal din duygularının, Devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılamayacağı…’Yurtta sulh, cihanda sulh’ arzu ve inancı içinde, huzurlu bir hayat talebine hakları bulunduğu,…..demokrasiye âşık Türk evlatlarının vatan ve millet sevgisine emanet ve tevdi olunur.”

Başlangıç kısmından sonra Anayasanın 1. maddesinde devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu belirtildikten sonra 2. maddesi de yine Türkiye Cumhuriyeti’nin Atatürk milliyetçiliğine bağlı, Başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devleti olduğu açıklanmaktadır. Görüldüğü üzere Türkiye Cumhuriyetinin özü, ekseni her halükârda Atatürk ve bu bağlamda Atatürk milliyetçiliğidir. Biz buna Atatürkçülük veya Kemalizm doktrini de diyebiliriz. Modern dünyada doktrinler, âdeta dinler gibi kutsal atfedilir, anayasal çerçevede korunduğu sürece eleştirilemez, değiştirilmesi dahî teklif edilemez. Aksi takdirde “gerici”, “devlet düşmanı” veya “vatan haini” gibi sıfatlarla ötekileştirilebilirsiniz.

Ne var ki Atatürkçü olduğunu düşünen birçok siyasetçi ve bürokrat, Atatürk’ün kendine ait şahsî siyasî düşüncelerinin doktrinleştirilmesini tasvip etmemiş olduğunu dahî bilmiyor. Kaldı ki değişen iç ve dış şartların bir yansıması olarak Atatürkçülük ilkelerine karşı farklı veya alternatif görüşler (anti-tezler) ortaya koymak, hem gelişmiş demokrasinin, hem özgür bilimin, hem de fikrî tekâmülün bir gereğidir. Bunun böyle olmasını bizzat Atatürk’ün de arzusu olduğunu söylemek mümkündür. İşte ona ait sözler:

“Ne benim düşüncelerimi benimseyenler Kemalist, ne başardığımız devrimler Kemalist devrimler, ne de benim düşüncelerim Kemalizm veya Kemalist ideoloji adı altında doktrinleştirilebilir.” “Ben arkamda dondurulmuş, kalıplaşmış değişmez doktrinler bırakmıyorum. Aksine yaptığımız ve yapacağımız doktrinlerin tümü gelişmeye ve yenileşmeye açıktır. Açık da olmalıdır.”[1]

Dolayısıyla katı olmayan doktrinlerin değişen hayat/dünya şartlarına göre yenilenmesi/değiştirilmesi, reforma tâbi tutulabilir anlamına da gelmektedir. O halde “Kemalist” ilkelerin demokrasi ve hukuk çizgisinde geliştirilmesi veya gerektiğinde bir kısmının veya tümümün elimine edilmesi, Atatürk’ün isteğine de uygundur.

O halde Atatürk’ten daha Atatürkçü olan bazı derin devlet temsilcileri,Kemalizm bağlamında reformist düşüncelere sahip olan ve bu bağlamda öneriler sunan demokrat siyasetçilerden ve bilim insanlarından rahatsızlık duymamalıdır. AB ülkelerinin hiç birinde resmî ideolojiyi esas alan bir anayasa bulunmadığı gibi AB’ye tam üyelik için de anayasamızın resmî ideolojisi olan ATATÜRK İLKE VE INKILAPLARINDAN arındırılması, bu açıdan da önem arz etmektedir.

Devletçilik İlkesi Anayasa’dan Çıkartılmalıdır

Değişen hayatın gerçeklerine realistçe ve rasyonel bakabilen Atatürk, çağımızda yaşamış olsaydı bugün gülünç olmaktan çok gereksiz/faydasız bir konuma gelmiş olan başta devletçilik olmak üzere Cumhuriyet ilkelerinin bazılarının revize edilmesinden ve hatta AB katılım sürecinde anayasadan tamamen kaldırılmasından yana bir tavır koyardı. İşte size kendi dönemine ait kılık kıyafet ve iktisat odaklı devletçilik ile ilgili uygulamalarına dair iki örnek:

Atatürk’ün kış mevsiminde Kırşehir’e yaptığı bir yolculukla ilgili Kılıç Ali tarafından nakledilen bir hatıra: “…Kırşehir sınırına varmıştık. Vali, protokol gereğince başında silindir, sırtında frak olduğu halde sınıra gelmiş, Atatürk’ü karşılıyordu. Atatürk’ün otomobili o sırada bir tarlaya saplanmış, çevreden yetişen köylüler tarafından kurtarılmaya çalışılıyordu. Vali de o kılık kıyafetiyle, çamurlar içinde köylülere ve jandarmalara emirler vererek, onları teşvik etmeye çalışıyordu. Atatürk, valiye bakarak, güldü: ‘İşte nazari (teorik) yapılan yönetmelikler, hatta kanunlar günün birinde böyle gülünç olurlar.’ Valinin haline acıdı. Sırtına kalın bir palto giymesini söyleyerek, zahmetlerinden ötürü teşekkür etti.”[2]

İkinci olay, Atatürk’ün 1937 yılında 12 yıldan beri hükümetin başında olan ve-fakat halkın refahını sağlayamamış olan İsmet İnönü’nün yerine İktisat Vekili Celal Bayar’ın başvekil olarak tayin etmiş olması ile ilgilidir. İsmet İnönü, katı bir devletçilik politikası uygulamaktaydı ve bu yaklaşımla özel teşebbüs canlandırılamamıştı. Atatürk’ün tercihi olan Celal Bayar ise daha liberal bir politikacıydı. Görüldüğü üzere Atatürk, böyle bir hükümet değişikliği ile iktisadî bir model olan devletçiliğin geniş kitleleri zenginleştirmediğini görünce liberal açılımlarla serbest piyasa ekonomisinin oluşturulmasını arzu etmiştir.[3]

O halde iktisadî bir görüş olan devletçilik yerine başka bir iktisat modelini savunan bir siyasetçiye veya bilim insanına“Atatürk düşmanı” olduğunu iddia etmek, kuru bir iftiradan öte Atatürk’ü de anlamamış olmak demektir. Devletçilik ilkesini sadece iktisadî boyutuyla anlamak da uygun değildir. Devletçiliğin, gayri-iktisadî boyutuyla toplumsal ve hatta özel hayata da müdahale eden bir yönü vardır. Örneğin Anayasanın 174. maddesi, Türkiye Cumhuriyetinin lâiklik niteliğini koruma amacını güden 80-90 yıl önce kabul edilen inkılâp kanunlarını devlet eliyle koruma altına almaktadır. Halbuki şapka kanunu gibi kılık kıyafet özgürlüğüne aykırı düzenlemeler, toplumsal değişime bağlı olarak sürdürebilirliği mümkün değildir. O halde bu gibi kanunlar neden halen mevzuatta yer almaktadır?

Ezcümle

Devletçilik gibi işlevselliğini yitirmiş Kemalist ilkeler anayasadan çıkartılmalı ve bu doğrultuda siyasî partiler de Kemalist ilkeler doğrultusunda faaliyet göstermek mecburiyetinden kurtulmalıdır. İşte asıl ol zaman kimin gerçek anlamda Atatürkçü bir parti olup olmadığı anlaşılabilir. Bu bağlamda Temel Karamollaoğlu’nun “Atatürk yaşasaydı Saadet partili olurdu” sözü üzerinde de kuşkular duymazdık. İleri demokrasiler de zaten siyasette ikiyüzlü olmayı zorlayan şartları ortadan kaldırır. İsteyen istediği gibi benimsediği ideolojiyi veya dünya görüşünü ilkesel olarak savunabilmelidir. Bununla ilgili görüş ve önerilerimi yazmaya devam edeceğim.

Prof. Dr. Ali Seyyar


[1] Eriş Ülger; Türk Rönesans ve Anılarda Gazi Mustafa Kemal Atatürk; İnkilap Kitapevi; İstanbul; 1999. (Aktaran: İlker Balcıoğlu; İnsan Atatürk; Adımlar Yayınevi; Sivas; 2009, s. 153).

[2] Turgut, Hulusi (Derleyen); Atatürk’ün Sırdaşı: Kılıç Ali’nin Anıları; Türkiye İş Bankası; 16. Basım; İstanbul; 2014; s. 602.

[3] Ali Fethi Okyar, Kansu Şarman; Büyük Günlerin Adamı: Fethi Okyar’ın Hayatından Kareler; Türkiye İş Bankası; İstanbul; 2016; s. XXİ.