Fuat Sezgin Hocamız, medeniyetlerin birbirini takip etmesi ve tamamlaması sayesinde bilimin geliştiğini söylemektedir. Bir zincirin halkaları gibi hepsinin çok önemli ve değerli olduğunu, bir halkanın eksikliği halinde bütün gelişmenin bozulacağını ifade ederek, kültür ve medeniyetlerin birbirinden etkilenmesini üç safhada incelemektedir: Birincisi, alma (resepsiyon); ikincisi özümleme (asimilasyon); üçüncüsü oluşturma (kreasyon) safhalarıdır.

İslam medeniyetinin bu safhalarının zaman dağılımını ise şöyle yapmaktadır: Alma çağının İslam'ın ilk yüzyılının ortalarında, özümleme safhasının ikinci yüzyılın ortalarında, oluşturma merhalesinin ikinci yüzyılın ikinci yarısı ile üçüncü yüzyılın ilk yarısında kendini gösterdiğini söylemektedir.

Bu ne demektir? Müslümanlar, İslam’ın bilim ve öğrenmeye verdiği önemin farkında olarak fethettikleri tüm ülkelerdeki kültür ve medeniyet değerlerini aldılar. Yüzlerce kitabı Grekçe’den, Farsça'dan, Sanskritçe'den Arapça'ya çevirerek kısa zamanda bu bilgileri özümlediler. Onlara şerh ve tenkid yazmaya başladılar. En fazla iki yüzyıl sonra da artık yeni fikirlerle ve buluşlarla ortaya çıktılar. İşte bu şekilde dünya bilim tarihinin en önemli orta halkasını meydana getirdiler.

Kendilerini izleyen Avrupalı bilim adamları, bütün ilerlemelerini borçlu oldukları bu insanları kaynak olarak göstermediler. Hatta birçoğu tercüme ettiği kitaplara kendi isimlerini yazarak bilim hırsızlığı yaptılar. (Örnek: Afrikalı Konstantin) Siyasi, askeri, ekonomik ve jeopolitik sebeplerden duraklamaya ve gerilemeye başlayan İslam Medeniyetini yok saymak için batı dünyasının eline çok iyi bir fırsat geçti. Böylece Müslümanlardan alarak geliştirdikleri bilim ve teknolojiyi, aradaki sekiz asırlık İslam Medeniyeti halkasını çıkararak, doğrudan antik Yunan Medeniyetine bağlama gayretiyle Rönesans diye bir kavram uydurdular. Özellikle de “Avrupa’nın en büyük üstadı” olan Endülüs’ü unutturmaya çalıştılar.

***

Şimdi icat ve keşif öncülerini anlatmaya devam edelim:

FARABİ (870-950): Türkistan’ın Farab şehrinde doğmuştur. Matematik, botanik, tıp, mantık ve musıki ile ilgilenen Farabi, çok ünlü bir filozoftur. İslam dünyasında Kindi ile başlayan felsefe akımını metot ve terminoloji alanındaki çalışmalarıyla sağlam temellere oturtmuştur. Bu yüzden kendisine “Muallim-i Sani” yani ikinci Aristo denmiştir. İhsaül ulum’da ilimleri tasnif etmiş, mantık alanında çok değerli çalışmalar yapmıştır. Aristo’nun Organon adlı mantık külliyatını derinlemesine incelemiş ve şerhler yazmıştır. “Medinetül fazıla” onun en olgun eseridir. Bu kitabındaki devlet felsefesi, bütün insanlığı içine alacak, ahlaki erdemlerle donanmış, sosyal adaleti tam uygulayan bir sistemi ifade etmektedir. Bu faziletli devletin ideal bilge başkanının özelliklerini de sayarak, başında bilge kişi bulunmazsa devletin giderek yıkılacağını söyler. Musiki alanında ise “Muallim-i Evvel” yani birinci üstad kabul edilen Farabi’nin, “Musikal kebir” adlı eserine bakıldığında onun sadece nazariyatçı değil aynı zamanda uygulama yapan bir sanatkar olduğu görülür. Kanun denen sazın, Farabi tarafından icad edildiği de kaynaklarda geçmektedir. (İbni Hallikan)

HARİZMİ (780-850): Cebir ilminin kurucusu ve “sıfır rakamının mucidi” kabul edilen matematikçi, astronom ve coğrafyacı. Aslen Harizmlidir. Latince kaynaklarda adı Algorismi veya Algoritmi olarak geçmektedir. Bağdat’ta bulunan Beytül Hikme’nin kütüphanesinde görev yapmış, yazdığı eserleri Abbasi Halifesi Me’mun’a sunmuştur. “Zicüs-Sind Hind” eseri, elimizde olan ilk İslam astronomi kitabıdır. “Kitabül muhtasar fil-cebr vel-mukabele” ise cebir kelimesinin kullanıldığı ilk matematik kitabıdır. Bu kitapla cebir, matematikten ayrılmış ve müstakil bir ilim dalı haline gelmiştir. Prof. Jacques Risler “La Civilisation Arabe” adlı kitabında, matematiğin temeli olan sıfırın Müslümanlar tarafından icad edildiğini belirterek Harizmi’nin adını vermektedir.

HEZARFEN AHMED ÇELEBİ (17. Yüzyıl): Taktığı kanatlarla Galata Kulesi’nin üstünden, Üsküdar Doğancılar’a uçan Ahmed Çelebi, havanın kaldırma gücünü, rüzgarın etkisini çok iyi hesap etmişti. Daha önce defalarca deneme uçuşları yaptıktan sonra, 1636 yılında padişah 4. Murad ve binlerce meraklı insanın gözleri önünde kendini Galata Kulesi’nden boşluğa bıraktı. İstanbul Boğazı’nı geçerek Üsküdar’a sağ salim inmeyi başardı. Böylece dünya havacılık tarihine planörcülüğün öncüsü olarak geçen Ahmed Çelebi, bir maceracı değil fen ve ilim adamıydı. Zaten lakabı olan Hezarfen, bin fen sahibi manasına gelmektedir.

HUNEYN BİN İSHAK (809-873): Göz doktorlarının öncüsü kabul edilen Huneyn bin İshak, Bağdat yakınlarında doğdu. Hekimliğinin yanında eski Yunan tıbbını İslam dünyasına tanıtan mütercimdir. Hekim olmak için önemli hocaların derslerine devam etti. Anadolu’ya giderek Grekçe öğrendi. Galen’in (Calinus) kitaplarını tercüme etti. Bu sayede Beytül-Hikme’ye mütercim olarak kabul edildi. Galen’in 95 kitabını Süryaniceye, 39 kitabını da Arapçaya çevirdi. Göz tıbbına dair eseri “Kitabül aşr makalat fil-ayn” on makalenin birleşmesinden meydana gelmiştir.

İBNİ FİRNAS ( ?  -888): İlk uçak modelini Wright kardeşlerden 1000 sene önce yapan Endülüslü alim. 880 yılında Emir Muhammed’in de bulunduğu kalabalık bir halk topluluğu önünde, yaptığı cihaza binerek uçan İbni Firnas, yere inerken hafif yaralanmıştı. Çünkü yaptığı cihaza kuyruk takmayı unutmuştu. Prof. Dr. Philip K. Hitti, “Siyasi ve Kültürel İslam Tarihi” adlı kitabında “İbni Firnas, insanın uçması konusunda ilk ilmi teşebbüsü yapan kimse olarak bilinmektedir.” der. Dr. Sigrid Hunke de: “İbni Firnas yaptığı bu uçakla İkaros’un rüyasını gerçekleştirdi.” demektedir.

İBNİ HEYSEM (965-1040): Optik ilminin kurucusu büyük fizikçi, matematikçi ve astronom. “Kitabül menazır” adlı 7 ciltlik eserinde, zamanına kadar bütün optik bilgi birikimini inceleyip, doğruları ve yanlışlarını ortaya koymuştur. Bu kitabında, ışığın doğru boyunca yayılımı, karanlık oda, gölgenin özellikleri, gökkuşağı, yansıma ve kırılmayı inceleyen İbni Heysem; ışığın özelliklerini matematiğe dayandırmış, deney metotlarıyla ortaya koymuş ve optik ilmini sağlam temellere oturtmuştur. 17. Yüzyıla kadar optikte, hem doğuda hem batıda otorite olarak kabul edilmiştir.

İBNİ RÜŞD (1126-1198): Endülüslü filozof, fakih ve hekim. Kurtuba’da doğan İbni Rüşd, Murabıtlar döneminde Merakeş’e giderek halife ile görüştü. Kurtuba’ya başkadı olarak tayin edildi. Halife’nin isteği üzerine Aristo’nun eserlerine şerh yazmaya başladı. Bu konuda öyle uzmanlaştı ki, Latin dünyası onu “commentator” yani şarih (açıklayıcı) diye kabul etti. Avrupalılar İbni Rüşd’e Averroes adını verdiler ve Aristo felsefesini onun eserlerinden öğrendiler. Averroism (İbni Rüşdçülük) adı verilen felsefi akım, Avrupa üniversitelerinde yüzyıllarca ders olarak okutuldu. İbni Rüşd hayatı boyunca, Aristo’nun eserlerine 38 adet büyüklü küçüklü şerh yazmıştır. “Külliyat fit-tıb” kitabı ise telifinden 60 yıl sonra Latinceye çevrilmiş ve üniversitelerde ders kitabı olarak okutulmuştur.

İBNİ SİNA (980-1037): Buharalı tabip, filozof ve alim. “El-Kanun” adlı tıp kitabı 6 asır boyunca Avrupa üniversitelerinde ders kitabı olarak okutuldu. Batıda Avicenna adıyla bilinen İbni Sina’ya filozofların prensi denmektedir. Kanın gıda taşıyan bir sıvı olduğunu, vücutta büyük ve küçük kan dolaşımı bulunduğunu eserlerinde yazdı. Şeker hastalığı konusunda hiç bilinmeyen açıklamalar yaptı. Beyin ve kemik dokusunun da iltihaplanacağını söyledi. Yüz felcinin sebeplerini izah etti. Açık yaraları alkol ve sıcak sargılarla tedavi ederek kısa zamanda iyileştirdi. Modern cerrahi aletlerine benzer şekiller çizdi. Farmakolojiye büyük katkılar sağlayan İbni Sina, bitkilerden ilaç yapımını da geliştirdi. Felsefede Farabi’nin ortaya koyduğu Meşşai ekolünü devam ettirdi. “Hayy bin Yakzan” adlı kitabıyla felsefi kavramları sembolik şekilde işledi. Farabi’den etkilenen İbni Sina, onun devamı olarak İslam felsefesini sistemleştirdi.

İBNİ YUNUS ( ?  -1009): Mısırlı olan İbni Yunus, Bettani ve Ebül Vefa’dan sonra İslam dünyasının üçüncü büyük astronomi alimidir. Saat kadranını ve sarkacı Galile’den çok önce ilk keşfeden odur. Kahire’de Mukattam dağı üzerinde kurulan rasathanede gözlemler yaptı. 977 yılında meydana gelen güneş tutulmasını inceledi. Hakimi adlı büyük bir ziyc hazırladı. Yıldızlar, ay ve güneş tutulmaları, burçların eğimi hakkında geniş ve doğru bilgiler verdi. Kopernik onun ziycini inceledi ve çok faydalandı.

İBNÜNNEFİS (1210-1288): Küçük kan dolaşımını keşfeden ünlü hekim. Şam’da doğmuş, eğitimini burada tamamladıktan sonra Mısır’a giderek Sultan Baybars’ın özel hekimi olmuştur. Döneminde “ikinci İbni Sina” olarak tanınan İbnünnefis’in en önemli başarısı küçük kan dolaşımını keşfetmesidir. Calinus (Galen) ve onun takipçisi olan İbni Sina’nın ileri sürdükleri kanın sağ karıncıktan sol karıncığa bir menfezden geçtiği şeklindeki tezin yanlış olduğunu söylemiştir. “Şerhu Teşrihil Kanun” adlı eserinde; kanın sağ karıncıktan akciğere gittiğini, oradan sol karıncığa geldiğini belirterek, küçük kan dolaşımını açık bir şekilde ortaya koymuştur. İbnünnefis’ten üç asır sonra 1553’de Miguel Serveto (Michael Servetus), 1559’da ise Realdus Columbus bu görüşü ortaya atmışlardır. “Kitabü'ş-Şamil fi's-sına'ati ' t-tıbbiyye” adlı eserinde ameliyat konusunda verdiği tafsilat, onun başarılı bir cerrah olduğunu da isbat etmektedir.

İDRİSİ (1100-1165): Coğrafyacı, haritacı ve botanik alimi. Sebte’de doğan İdrisi, öğrenimini Kurtuba’da yaptı. Daha sonra Sicilya’nın başşehri Palermo’ya gidip, “Nüzhetül müştak” adlı eserini 1154 yılında Kral II. Roger’e takdim etti. Kitabında o günün şartlarına göre çizilmiş bir dünya haritası bulunmaktadır. Bu haritada doğruya çok yakın şekilde ekvatoru gösteren İdrisi, Kuzey yarımküreyi yedi iklime ayırarak incelemiş, yerçekimini, mıknatısın demiri çekmesi örneğiyle açıklamıştır. Batı Avrupa ülkelerinin haritalarını tarihte ilk defa aslına uygun bir şekilde çizmiştir. Bir dünya coğrafya kitabı olan Nüzhetül müştak, Ortaçağ’da yerkürenin genel ve sistematik özelliklerini anlatan en kapsamlı çalışmadır. “Kitabü edviyetül müfrede” ise onun botanik ve eczacılık konusunda yazdığı eseridir.

MECRİTİ ( ?  -1007): Endülüslü matematikçi ve astronomi alimi. Madrit’te doğmuş, daha sonra Kurtuba’ya yerleşmiştir. Doğuya yaptığı seyahatler sonunda elde ettiği kitaplar üzerinde çalışarak, matematik ve astronominin Endülüs’te birer ilim dalı haline gelmesini sağlamıştır. Ona Endülüs’ün Öklid’i denmesi bu sebepledir. Harizmi’nin Ziyc’i üzerine çalışmalar yaparak bazı yerlerinde düzeltmeler yapmıştır. “Risaletü Usturlab” adlı kitabında teknik bilgilerin yanı sıra, astronomi cetvellerine de yer vermiştir. Mecriti, ünlü tabip ve cerrah Zehravi’nin de hocasıdır.

RİRİ REİS (1470-1553): Meşhur Osmanlı denizci ve haritacısı. Kemal Reis’in yeğeni olan Piri Reis’in yazmış olduğu “Kitab-ı Bahriye” Ege ve Akdeniz kıyılarının atlası niteliğindedir. Günümüzde mevcut olan en eski dünya haritası Piri Reis’e aittir. Yavuz Sultan Selim’e takdim ettiği 1513 tarihli dünya haritasında, İspanya, Portekiz ve Batı Afrika kıyılarıyla Amerika’nın doğu sahilleri yer almaktadır. 1528’de çizdiği ikinci dünya haritasını ise Kanuni Sultan Süleyman’a sunmuştur. Bu haritada Kuzey ve Orta Amerika kıyıları ile Atlas Okyanusu’nun kuzeyi görülmektedir. Toplam 223 harita bulunan Kitab-ı Bahriye, birçok dile çevrilerek yüzyıllarca denizcilerin rehberi olmuştur.

RAZİ (865-925): Ünlü kimyager, hekim ve filozof. Rey şehrinde doğan Razi, kuyumculuk yaparken kimyaya merak salmış, daha sonra tıbba yönelmiştir. Otuz yaşlarında Bağdat’a gitmiş, oradaki hastanenin başhekimi olmuştur. Burada 24 kişilik uzman hekim kadrosuyla ilk defa klinik hizmetleri başlatmıştır. Kızamık ve çiçek hastalıklarının teşhisini doğru olarak yapan ilk hekimdir. Bu konudaki “El-cüderi vel-hasbe” adlı eseri 16. -19. Yüzyıllar arasında kırk defa basılmıştır. Batılıların Rhazes dediği Razi, kimyada gliserin, alkol, soda, nitrik asit ve sirke asidi gibi maddeleri bulmuştur. Hayatı boyunca 200’den fazla eser vermiş olan Razi’nin en önemli kitabı bir tıp ansiklopedisi olan “El-Havi”dir. “Tıbbül Mansuri” adlı eseri Latinceye çevrilerek İtalya üniversitelerinde ders kitabı olarak okutulmuştur. “Tıbbür-ruhani” ise “Ruh Sağlığı” adıyla Türkçeye çevrilmiştir.

SABUNCUOĞLU ŞEREFEDDİN (1386-1470): Osmanlı cerrah ve hekimidir. Ünlü bir hekim ailesine mensup olup Amasya’da doğmuştur. Dedesi Hacı İlyas, Çelebi Sultan Mehmed’in hekimbaşısıydı. Amasya’da yaşamış ve eserlerini Türkçe olarak kaleme almıştır. 1468 yılında 83 yaşındayken yazdığı “Cerrahiye-i İlhaniye” adlı kitabını İstanbul’a gelerek Fatih Sultan Mehmed’e takdim etmiştir. Bu kitap, Endülüs’ün ünlü cerrahı Zehravi’nin ölümsüz eseri Tasrif’in üç bölümüne yazılan şerhdir. Eserin en önemli özelliği Tıp Tarihinde ilk defa ameliyatları gösteren minyatürlerin yer almasıdır. “Mücerrebname” adlı eseri ise, ilaçların kullanım ve tesirlerine göre bölümlere ayrılmıştır. Bu kitapta Tıp Tarihinde ilk defa bir hekim, kendi buluşu olan ilaç ve tedavi metotlarını anlatmıştır.

TAKİYÜDDİN (1526-1585): İstanbul’da ilk rasathaneyi kuran Osmanlı astronomi alimi. Şam’da doğan Takiyüddin, 1570 yılında İstanbul’a gelince, Sultan II. Selim tarafından müneccimbaşı olarak tayin edildi. Galata Kulesinde rasat çalışmalarına başladı. Sultan III. Murad’ın izniyle ve Sadrazam Sokullu Mehmed Paşa’nın desteğiyle Tophane’de İstanbul’un ilk rasathanesini kurdu. Fakat çeşitli dedikodu ve çekişmelerden sonra 1580 yılında, Şeyhülislam Kadızade Ahmed Şemseddin Efendi’nin fetvasıyla bu rasathane ve içindeki çok kıymetli aletler tahrip edildi. Astronomi dışında matematik, trigonometri, fizik, optik, mekanik ve tıbbi konularda da eserler veren Takiyüddin, aynı zamanda Cezeri’nin otomatları gibi mekanik aletler yapan bir mühendistir. Ondalık kesirleri, mucidi sayılan Simon Stevin’den en az 50 yıl önce yaptığı işlemlerde kullanmıştır. Optik kitabında uzak cisimleri yaklaştıran bir mercek sayesinde gök cisimlerini incelediğinden söz etmektedir. Adını vermeden anlattığı teleskobu Batılılar ancak seneler sonra keşfetmişlerdir.

ULUĞ BEY (1394-1449): Matematikçi ve astronomi alimi olan Uluğ bey, Timur’un torunudur. İki yıldan fazla hükümdarlık yaptı. Halkın vergilerini ilmi araştırmalara, rasathane ve kütüphane yapımına harcadı. Döneminde ilim adamları ve sanatkarlara destek oldu. Kadızade Rumi ve Ali Kuşçu bunların başında gelir. Buhara ve Semerkant’ta birer medrese yaptırarak bunlara vakıflar bağışlamıştır. Daha küçük yaşta gördüğü Meraga Rasathanesini unutmamış, ikinci en büyük rasathaneyi Semerkant’ta kurmuştur. Yazmış olduğu “Ziyc-i Uluğ Bey” kitabı İslam dünyasında ve Avrupa’da kaynak eser kabul edilmiştir. Trigonometri ve üçgenler konusunda araştırmalar yapmıştır.

ZEHRAVİ (939-1013): Cerrahi’nin kurucusu kabul edilen Endülüslü alim. Endülüs’ün Altın Çağında, Halife III. Abdurrahman’ın yaptırdığı Medinetüz-Zehra’da doğdu. 50 yıllık tecrübelerini yazdığı, cerrahi alanında 500 sene kaynak kitap olarak kullanılan “Tasrif”, mükemmel bir tıp ansiklopedisi niteliğindedir. Otuz bölümden meydana gelen kitapta tıp bilgileri, hastalıklar, tedaviler, ilaç hazırlanması ve cerrahi konular anlatılmıştır. Cerrahiyi işleyen 30. Bölüm Latinceye çevrilmiş, İspanya, İtalya ve Fransa’da 15. Ve 16. Yüzyıllarda defalarca basılmıştır. Avrupa’da cerrahinin babası kabul edilen Fransız Guy de Chauliac (ö. 1368), yazdığı eserinde 200’den fazla yerde Zehravi’nin (Abulcasis) adını vermektedir. Cerrahide kullanılan yeni aletler bulmuş, kitabında onların şekillerini çizmiş hatta yapımı konusunda bilgi vermiştir. Göz, fıtık, basur, mesane taşları, nefes borusu ve diş ameliyatları konusunda hem bilgi vermiş hem uygulama yapmıştır. Damarlar ve kanamanın durdurulması yöntemlerini de belirlemiştir.

(Faydalanılan kaynak; Türkiye Diyanet Vakfı, İslam Ansiklopedisi)