Fatih Sultan Mehmed, askeri ve siyasi bir dahiydi. Hem de fikir ve idealleriyle çağını aşan ileri görüşlü bir dahiydi. Bazı çok bilmişler onu övmek için "Fatih bir mareşaldi" diyorlar. Bu bir övgü değil, zemm-i zımnidir. Yani onu öveyim derken daha küçük gösterdiklerinin farkında değiller.

Fatih'in ordusunda mareşal diyebileceğimiz onlarca paşa vardı. Fatih, bu mareşalleri dehasıyla yönetip, dünyanın en zor işini başarmıştır. İstanbul'un fethi askeri ve siyasi olarak çok büyük bir olaydır. Ama ondan daha zoru, bu başarıyı devam ettirmek ve İstanbul'u korumaktı. İşte bunu yapmak için dahi olmak gerekiyordu.

Zafer kazanmak elbette kolay bir iş değildir. Hele zor zamanlarda kazanılan zaferler, tarihe altın harflerle yazılmıştır. Mesela 1916'da kazanılan Kutül Amare, Osmanlı'nın son zaferi olarak vasıflandırılıyor. Fakat keşke bu zafere sahip çıkıp kıymetini bilseydik de, sadece 10 ay sonra Kutül Amare ile birlikte halifeler şehri Bağdat'ı da kaybetmeseydik.

Selahaddin Eyyubi, ömrünü adadığı Kudüs'ü 1187 yılında Haçlı işgalinden kurtardı ve yeniden fethetti. Peki ama birkaç sene sonra Üçüncü Haçlı Seferi ile Kudüs yeniden işgal edilseydi, biz Selahaddin Eyyubi'ye yine "Kudüs Fatihi" diyecek miydik? Bence Kudüs'ü Haçlılara karşı korumak, fethetmekten daha zor bir işti. Ömrünün son beş yılını Avrupa'nın üç kralına karşı Kudüs'ü savunarak geçiren Sultan Selahaddin Eyyubi de, gerçekten askeri ve siyasi bir dahiydi.

***

Genç yaşında İstanbul'u fethederek çok büyük bir başarı kazanan ve fatih unvanı alan II. Mehmed'in idealleri tükenmiş miydi acaba? İstanbul'dan sonra sırada neresi vardı? Hıristiyan dünyasının tam olarak çöküşü ve Avrupa'nın İslam'a teslim olması manasına mı geliyordu, Otranto Seferi?

Çıktı Otranto'ya pür velvele Ahmed Paşa,

Tuğlar varsa gerektir, Kızılelma'ya kadar.

                                      Yahya Kemal Beyatlı

Neden Otranto seferi yeteri kadar bilinmiyor ve önemsenmiyor?

Siyasi dehasının gücünü, çok iyi teşkilatlanmış bir istihbarat sistemiyle desteklemiş olan Fatih Sultan Mehmed, İtalya'yı ve Roma'yı çok yakından takip ediyordu. Napoli Kralı ile Floransa kuvvetlerinin Toskana'da savaşa başlamaları çok önemli bir haberdi. Osmanlı donanmasının İtalya yarımadasına bir çıkarma yapması ve Roma Seferi'nin başlaması için beklenen fırsat doğmuştu.

Fatih'in mareşallerinden biri olan Gedik Ahmed Paşa, 1473’te Akkoyunlularla yapılan Otlukbeli Savaşı’nda bulunmuş, zaferin kazanılmasında önemli rolü olmuştu. Fakat savaş sırasında bazı sebeplerle, daha sonra padişah olacak Şehzade Bayezid ile aralarında tartışma yaşanmıştı. Ertesi yıl Mahmud Paşa’nın yerine Sadrazam tayin edilen Gedik Ahmed Paşa, Ermenek ve Silifke kalelerinin fethinden sonra gönderildiği Kırım’da büyük başarılar kazanmıştı. Kazandığı zaferlerin sonunda, paşada kibir ve kendini beğenmişlik hâlini sezen Fatih Sultan Mehmed, onu sadrazamlıktan azletti. 1478 yılında ise yeniden padişahın itimadını kazanan Ahmed Paşa, Kaptanı Derya ve Avlonya Sancak Beyi oldu.

Adriyatik Denizi’nin Arnavutluk tarafı Osmanlı’nın hâkimiyetinde olduğu için, güney İtalya karşı komşu gibiydi. Yarımadanın güney ucundaki Otranto ise tam bir köprübaşı ve Akdeniz’e çepeçevre hâkim bir gözetleme burcu durumundaydı. 1479 yılında Venedik’le barış antlaşması yapılması İtalya seferi için çok önemli bir fırsat oluşturdu. Gedik Ahmed Paşa Arnavutluk fethini tamamladıktan sonra İtalya ile arada kalan Kefalonya, Zanta ve Ayamavra adalarını da ele geçirdi. Daha sonra padişahla görüşüp sefer emrini almak üzere İstanbul’a geldi. Hazırlıkları Gelibolu’da devam ettiren Ahmed Paşa'nın, aynı zamanda Kaptanı Derya olduğu için emrine büyük bir donanma verildi. Büyük toplarla takviye edilen 132 parça gemi, gözü pek 18 bin levendin fetih ve cihad aşkıyla söylediği mehter marşları eşliğinde Avlonya’ya doğru yelken açtı.

Temmuz sıcakları bastırdığı için, denizden gelen tatlı esinti insanları ferahlatmaya yetmiyordu. Avlonya’da sabırsızlanan leventler, Akdeniz’in serin sularının hayaliyle Kaptan Paşa’dan gelecek emri bekliyordu. Artık hedefte Otranto vardı. Burası Napoli Kralı’nın kalesi, Roma’nın kapısı, Avrupa’nın kilit noktasıydı. Ortaçağın karanlıklarını tarihin derin uçurumuna yuvarlayan ve insanlığa yeni bir çağın kapısını aralayan İstanbul Fatihi bununla yetinmemiş, hedefine Hıristiyanlığın ikinci ve son kalesini koymuştu: Roma.

Osmanlı donanması 1480 yılının Temmuz ayında Otranto’ya doğru yelken açtı. Ağustos’un başlarında karaya çıkarma yapılarak Pulya surları kuşatıldı. Kuşatma sırasında şehirde bulunmayan bölgenin Valisi Dük Alfonso, Napoli Kralının oğluydu. Büyük topların yardımıyla yüksek ve muhkem surlar aşıldı ve 11 Ağustos’ta Pulya zaptedildi. Kral Ferdinand telaşa kapılarak oğlunu 20 bin kişilik bir kuvvetle şehri kurtarmak üzere gönderdiyse de, Osmanlı askerleri karşısında tıpkı çöl ortasındaki buz gibi eriyip gittiler.

Otranto’nun zaptedilmesi üzerine Avrupa’da büyük bir telaş başladı. Papa Roma’yı terk edip kaçmayı düşündü. İtalya’da birbiriyle mücadele eden devletler, Fransa, Macaristan dayanışma içine girip yeniden Haçlı ruhunu canlandırmaya çalıştılar. Hatta İspanya Katolik Krallarından bile yardım istediler.

Gedik Ahmed Paşa, burayı bir üs hâline getirip İtalya içlerine doğru sefere devam etmek istiyordu. Kışı Avlonya’da geçirip, ertesi yıl tekrar güçlü bir orduyla dönmek üzere, 8 bin asker ve yeterli miktarda erzak bırakarak Otranto’dan ayrıldı. Ancak Avlonya’dayken padişahın vefat haberi ulaştı. Köhne Bizans’ın başkenti Kostantinopolis’i feth ederek İstanbul yapan Fatih Sultan Mehmed Han, 3 Mayıs 1481’de daha 49 yaşındayken dünyaya veda etmişti.

Tahta çıkan Sultan II. Bayezid’i tebrik etmek üzere İstanbul’a gelen Ahmed Paşa, Otranto'ya geri dönemediği için Osmanlının İtalya rüyası da çabuk bitti. Fatih’in vefatından dört ay sonra Otranto elden çıktığı gibi, Arnavutluk’taki hâkimiyet bile kaybedildi. Gedik Ahmed Paşa’nın yerine tayin edilen Hadım Süleyman Paşa, Arnavutluk isyanını bastıramadı.

Otranto’nun fethiyle telaşa düşen Hıristiyan dünyası Napoli Kralı’na âdeta yardım yağdırdı. Aragon Kralı Ferdinand’ın gönderdiği 40 gemi Pulya’yı denizden kuşatırken, Napoli kuvvetleri de 6 ay boyunca karadan abluka altına aldılar. Hiç bir yardım alamayan kaledeki 8 bin Osmanlı askeri, yiyecek ve su kıtlığı yüzünden 10 Eylül’de teslim olmak zorunda kaldı.

Otranto bir hayal değil idealdi. Fatih'in dehası Roma'nın kapısını aralamış, Osmanlı ordusu, Avrupa'yı çizmesinden yakalamıştı. İlahi kader çok büyük olayları ve gelişmeleri küçük sebeplere bağladığı gibi, Fatih'in genç yaşta ölümü, bu olağanüstü girişimi akim bıraktı. Sultan II. Bayezid, Şehzade Cem meselesiyle o kadar meşgul oldu ki, Roma seferi bir rüya olarak kaldı. Hatta bu yüzden itibarını kaybeden Otranto fatihi Gedik Ahmed Paşa, Padişahın gazabından kurtulamadı.

Avrupa; 732'deki Puvatya Savaşı'ndan sonra, Otranto'da ikinci defa ipten dönmüştü. Endülüs, 711 tarihinden itibaren Emevi Halifeleri'nin gönderdiği valiler tarafından idare ediliyordu. 732 yılında Vali Abdurrahman el-Gafıki, Pirene Dağlarını aşarak Frank ülkesine girdi. Dük Eudes'i mağlup ederek, Bordueaux şehrini ele geçirdi. Birçok kaleyi alarak Poitiers şehrini zaptetti. Hıristiyanlar için çok önemli kutsal bir şehir olan Tours'a yaklaştı. Bunun üzerine telaşlanan Dük Eudes, düşmanı olmasına rağmen Merovenjen Hanedanından yardım istedi. Onlar da Charles Martel kumandasında bir orduyla Abdurrahman el-Gafıki'nin karşısına çıktılar.

Poitiers ile Tours arasındaki ovada karşılaşan iki ordu şiddetli bir savaşa başladı. Dük Eudes Müslümanların ordugâhında bulunan ganimetleri almak için merkeze saldırdı. Abdurrahman el-Gafıki'nin bütün ikazlarına rağmen kanatlarda bulunan süvariler ganimeti koruma derdine düştüler. Ordudaki düzenin bozulduğunu gören Charles Martel bütün gücüyle Müslümanlara saldırdı. Şiddetli çarpışmalarda Abdurrahman el-Gafıki başta olmak üzere binlerce Müslüman şehid oldu. Ramazan ayında meydana gelen Puvatya savaşına İslam tarihçileri "Belatüş-şüheda" (Şehitler Yolu) adını verdiler. (10 Ekim 732)

İngiliz tarihçi Gibbon, "Eğer müslümanlar bu savaşta galip gelmiş olsalardı şimdi Paris ve Londra'daki kiliselerin yerinde camiler olacak, Oxford'da Kitab-ı Mukaddes yerine Kur'an tefsirleri okunacaktı. Bu bakımdan Franklar Avrupa'ya büyük hizmette bulunmuşlardır'' diyerek Tours'un önemini anlatmaya çalışmıştır.

***

Sevgili okuyucular! İstanbul'un kıymetini bilelim ve sahip çıkalım. Ülkemiz İslam'ın son kalesidir, İstanbul ise en yüksek burcudur. Sadece hamasi nutuklarla fethin yıldönümünü kutlamak yetmez. El ele vermiş olan iç ve dış düşmanların sinsi ve aldatıcı planlarını bozmak için, çok uyanık olmak gerekiyor. Son zamanlarda yaşadığımız sosyal ve siyasi gelişmeler, bir de bu açıdan değerlendirilmeli.

İslam Ülkelerinin çoğunun ABD ve Batılı emperyalistlerinin güdümünde olduğu böyle buhranlı bir dönemde, Müslümanların hamisi olan güçlü ve kararlı bir Türkiye elbette onların gözünü korkutmaktadır. Düşmanlarımız tarihe bakarak, Osmanlı'yı, Selçuklu'yu, Eyyubiler'i veya Endülüs'ü hatırlayıp Müslümanların tekrar bir araya gelmemesi için türlü planlar yapmaktalar. Birinci hedef ise, İslam Âleminin lider ülkesi Türkiye'dir.

Allah'a şükürler olsun, fethin sembolü olan Ayasofya'da tekrar ezan sesleri yükseldi. Asırlarca müslümanların secdegahı olan bu muhteşem mabed, yeniden asli hüviyetine kavuştu. Ayasofya'yı tekrar camiye çevirmek, İstanbul'un tapusuna kıyamete kadar sahip olmak demektir.