Bir zamanlar şöyle şiirler okurduk, Poetika ile politika’yı birleştiren hayal ülkesinin geleceği için, “öz yurdunda garib, öz vatanında parya” muamelesi gördüğümüz günlerde. “Bekleyin inananlar, bahar gelecek bahar” derdik. Paranın, saltanatın, şehvetin ne denli kışkırtıcı olduğunu bilmiyorduk. Serveti ve iktidarı toplu Hakka ve Hayra dönüştürmek için bir araç zannediyorduk. Ona sahip olduğumuzda önce o bizi dönüştürüverdi, meğer ne kadar açmış içimizde birileri, paraya ve kadına, makama.. Meğer şuuraltında nasıl bir kıskançlık gizliyormuş kimilerimiz. Düşünüyorum da “Mermerlerin nabzında hâlâ çarpar mı tekbir? / Bulur mu deli rüzgâr o sedayı: Allah bir!” O gün bu duygularla yollarda, meydanlardaydık da gün geldi, yüzümüzü Hakk’tan çevirince bir gece vakti, okyanus ortasında pusulasını ve rüzgarını kaybetmiş bir yelkenli gibi kalakaldık. “Kandillere katran dökmüştü geceler!”
“Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik / Bin atlı o gün dev gibi bir BÇG’yi yendik”. Atlarımız Burak değildi ama, ondan aldıkları bir efsunları vardı. Yalın ayakta olsak, varoşlardan kadınlarımız lastik ayakkabıları ile yürürken yüreklerinde bir volkan taşıyordu. “Kör dünyanın göbeğine HAK YOL İSLAM yazacaktık, TEK YOL İSLAM yazacaktık. Rabbimiz ve İlahımız Allah’tı. O zamanlar din ve devlet büyüklerini İlah ve Rab edinmemiştik. Allahtan başka kimseden korkmuyorduk. Makam, İhale derdimiz yoktu. Hasbi idik, Kesbi değil. Bir davanın yükünü omuzlamış hamallardık, bizim başımızı arş-ı alaya yücelten Şahidlik kapısına giden yolda “Hamallık ki, sonunda, ne rütbe var, ne de mal, / Yalnız acı bir lokma, zehirle pişmiş aştan; / Ve ayrılık, anneden, vatandan, arkadaştan. / Şimdi dövün Sakarya, dövünmek vakti bu ân”.
Gazze’yi düşünüyorum da “Bir hayal uğruna Ya rab ne güneşler batıyor”. Bir ürperti ile sarsılıyorum bu vahşet karşısında “İçimizdeki İnsin Şeytanlarının ayak izinden giden beyinsizlerin, ıslah edici maskesi ile aramıza katılan bozguncuların işledikleri yüzünden bizi helak eder misin Allah’ım”
Geldiğimiz noktada bakıyorum da “Bu dâva hor, bu dâva öksüz, bu dâva büyük!..” Neyse ki, “Allah’ın ipi”ne tutunanlar kurtulacaklar. Ve ayrıca, değil mi ki hüküm Allah’ındır. “La galibe illallah”. Değil mi. Ki, “Allah’ın (cc) kolaylaştırdığından daha kolay, zorlaştırdığından daha zor bir iş yok”. O zaman ne gam! Hasbunallah! Değil mi ki, bizim Kader’e, Rızg’a, Ecel’e hükmeden bir Allah’ımız var, o zaman, eğer Allah’ın rızasının tecellisinin vesilesi olacaksak mahzun olmayacağız. Zira Allah (cc) bizim ellerimizle zalimleri cezalandırmak ve mazlumlara yardım etmek istemektedir. Evet, imtihanımız ağır. Şair “Binbir başlı kartalı nasıl taşır kanarya?” diye sorar, “Rabbim isterse, sular büklüm büklüm burulur”. Hz. Davud’un sapanı’nı eline alan Gazze çocukların sapanı ile gün gelir Kudüs kurtulur.
“Kehkeşanlara kaçmış eski güneşleri analım da, onunla övünmek ya da dövünmek için değil, ders almak için. Değilse bugün geldiğimiz noktada “Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu. Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek” ve gaflet uykusundan uyanmak istemeyen kalabalıklara seslenmemiz gerekiyor kollarımızı makas gibi açarak “Durun kalabalıklar bu sokak çıkmaz sokak”.. Celladına aşık kalabalıklar için şair hayıflanır ve sorar onlara: “Siz, hayat süren leşler, sizi kim diriltecek?”
Divanesi pek az kişi kaldı Allah yolunun. Değil mi ki, “Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader”; görelim Mevla'm neyler. Tarih nice ihtida ve nice irtitad olaylarının hikayesini anlatır bize “Aldırma, böyle gelmiş, bu dünya böyle gider!” Biz alemlere rahmet olarak gönderilen ahir zaman peygamberinin ümmeti değil miyiz. Fitne zamanıdır değil mi?.
“Medeniyet denilen maskara mahluk”un yaptığını görüyorsunuz. O bizi parçalamak ve sonra da yutmak” isterken, İslam ümmetinin hali perişanına bakar mısınız. Hani “fikri kavmiyeti tel’in ediyor peygamber” diyorduk. Din, mezhep, tarikat, siyaset, ideoloji, etnik kimlik, felsefi ve vicdani kanaat yüzünden 72 fırkaya bölündük, herkes “fırka-i Naciye”nin kendisi olduğunu söylüyor.
Troller başımızın belası, Firavun mirasçısı algı operatörleri TransHumanizm’in öncüleri gibi insanları kendi zanlarına göre yönetmek için büyü yapıyorlar sanki “bu ihanet kelepçesini” nasıl kıracağız bilmiyorum. “Çün defterler açılıp hesaplar soruldukta Yetimin hakkı soruldukta yoksulun hakkı soruldukta / Milletim omuz omuza verip Kıyama duruldukta” o zaman ne olacak halimiz?
Ah, ah “Bir şimal rüzgârı değil bir Şâmil fırtınası Tutsaklık haritası değil bir zafer coğrafyası Can pazarında Azerbaycan'da” diyorduk, Kafkasya da düştü, “Can Azerbaycan”da.. KKTC de bile başkalarının borusu ötüyor bugün.
“Öttür yem borusunu öttür, öttür, borazan! / Bitpazarında sattık, kalkamaz artık kazan! / Allah’ın on pulunu bekleye dursun on kul; / Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul”. "Yememiştir hiç kimse Elinin emeğinden daha hayırlısını" diyorduk da, bugüne geldiğimizde çaldıkları ile zenginleşen zamane Karunları ile doldu çevremiz. “Kargaların sırtlanlarla anlaştığı bir günde” yaşıyoruz. “Elbet kıracağız bir gün bu ihanet kelepçe’sini” "Yememiştir hiç kimse Elinin emeğinden daha hayırlısını diyerek” çıkmıştık yola, elin ellerindeki yemeye göz dikti birden birileri. “Onulmaz Hint ağrısına, tükenmez Çin sancısına, Iisyan’ın Macarcasına, ezilmenin Çekoslovakcasına, yanmanın Polonyacasına, direnmenin Vietnamcasına, gerillanın Arapçasına” alışkın kulaklarımız, servet ve iktidar sarhoşluğunun verdiği rehavetle Gazze’li çocukların çığlıklarına sağırlaşıverdi nedense. “Kelimelerden bir kelime dikelim yeryüzüne” diyen bir şairimiz vardı daha dün, onlardan bazıları şimdi ovalara gökdelenler dikiyorlar.. Onlar, “Dünya’nın kalbini dinle geliyor adım adım / Dallar meyva’ya dursun toprak tohuma dursun / İnsan barışa dursun selâma dursun zaman / Sabır, savaş, zafer. Adım: MÜSLÜMAN” diyordu. Şimdi devirlerden “Kahtı rical” devri. Diller suskun, kalpler hissiz, alıştıkları rahat koltuklardan ayağa kalkmaya dizlerinin mecali yok.
“Uyan kardeşim uyan, galiba ahir zaman”. “Uyan derin uykudan, derin uykudan uyan”
“Yâ Râb, bu uğursuz gecenin yok mu sabâhı? Mahşerde mi bîçârelerin, yoksa felâhı!” Sahi Asım’ın nesli’ne oldu. Yoksa onlar da müteahhid mi oldular.
Akif’le devam edelim mi? Sanki geri başa mı döndük. Gazze’yi Kudüs’ü, Mekke’yi, Medine’yi ve İslam ümmetinin “hali pür melali”ni düşünelim. Öyle bir fetret dönemi yaşıyoruz ki, kendinin Müslüman olduğunu söyleyip, “Ümmed” olmayı reddedenler var. Bırakın namaz kılıp, oruç tutmayı, Amentüye inanmadığı, Şeriat’a küfrettiği halde halde cenazesi camiden kaldırılan insanlar var. Ve birileri de Allah’ın önünde yalancı şahidlik yapıyor?
-Nasıl bilirsiniz? / -Eyi bilirik!
“10 yılda 15 milyon genç yarattılar her yaştan” (!?) “Eskiyi unut / Yeni yolu tut” dediler. “Dağ başını duman almış”tı, “Yavru Kurtlar” “Musolini’nin kara gömleklileri” gibi kıyafetler giyip, başlarında şapkaları ile, “Anadolu yaylalarında, çıplak ayakları ile şaraplık üzüm ezer Normandiyalı kadınları arayan” kılavuzlarının rehberliğinde, “Romüs, Romülüsler” olarak yetiştiriliyordu. Hala sayıları giderek azalsa, yaşlansalar da, kavramsal ve kurumsal olarak zeminlerini kaybetseler de, öfkeleri hala diri olan birileri darbelerin gölgesinde varlığını sürdüre geldi.
Akif ne diyordu “İrtica” hakkında: “Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem, / Gelenin keyfi için, geçmişe kalkıp sövemem. / Zalimin hasmıyım amma, severim mazlumu, / İrticanın şu sizin lehçede manası bu mu?”
Ben susayım, “Bir hisli yürek” Akif konuşsun, bugüne ışık tutan, düne dair söyledikleriyle
Çan sesleri boğsun da gömülsün mu sukuta sönsün de, İlâhi, şu yanan meş'al-i vahdet, / Teslis ile çöksün mü bütün âleme zulmet? - Üç yüz bu kadar milyonu canlandıran îman / Olsun mu beş on sersemin ilhâdına kurban, Enfâs-ı habisiyle beş on rûh-u leimin, - Solsun mu o parlak yüzü Kur'an-ı Hakim'in? / İslâm ayak altında sürünsün mü nihâyet? / Yâ Rab, bu ne hüsrandır, İlâhi, bu ne zillet?
Câni geziyor dipdiri... Can vermede mâsûm! / Suç başkasınındır da niçin başkası muhkûm?
Eyvâh! Beş on kâfirin îmanına kandık; / Bir uykuya daldık ki: cehennemde uyandık!
Müslümanlıkları bîçârelerin öyle büyük / Bir cinâyet ki: Cezâlar ona nisbetle küçük!
Sanmayın: Şevk-ı şehâdetle coşan bir kan var / Bizde leşten daha hissiz, daha kokmuş can var!
“Medeniyet denilen maskara mahluk”tan sözetmeye gerek var mı, gördük o Satanist, pedefolik Siyonistleri ve “onlara alkış dağıtan kahpeleri”.. Akif nefs muhasebesi de yapar bu arada:
Bakmayın, hem tükürün çehre-i murdarımıza! / Tükürün: Belki biraz duygu gelir ârımıza!
Tükürün cebhe-i lâkaydına Şark'ın, tükürün! / Kuşkulansın, görelim, gayreti halkın, tükürün!
Tükürün milleti alçakça vuran darbelere! / Tükürün onlara alkış dağıtan kahbelere!
Tükürün Ehl-i Salîb'in o hayasız yüzüne! / Tükürün onların aslâ güvenilmez sözüne!
Medeniyet denilen maskara mahlûku görün: / Tükürün maskeli vicdânına asrın, tükürün!
Hele i'lanı zamanında şu mel'ul harbin, / "Bize Efkar-ı umumumiyesi lazım Garb'ın";
Oda ALLAH’ı bırakmakla olur herzesini, / Halka iman gibi telkin ile, dinin sesini /Susturan aptalın idrakine bol bol tükürün”.. Akif son cümlesinde şöyle der: “Artık ey yolcu bırak, ben yalnız ağlayayım” Öyle ya, “ağlayalım, su yükselsin, belki kurtulur gemi”.
“Her Müslüman bir bardak su dökse, İsraili sel alır” değil mi? Ve biz o bardakları, kanlarımız ve gözyaşlarımızla bile doldurabiliriz. Öyle bir nesli yetiştirecek “Haydi yavrum haydi git, ya gazi ol ya şehid” diyen anneler nerede?. Aile dediniz de, anneler çalışıyor artık da, zaten halimize baksanıza “Oğlan hoppa, kız züppe, ana sürtük, baba kaz / Bundan daha asri aile olamaz”. Yeşil Kemalistler’in, Yeşil Feministlerin, “Yeşil maskeli” Siyonistlerin rehberlik ettiği bir toplumdan ne bekliyordunuz ki! Artık İstanbul Sözleşmesi var, Lanzarote var, UN WOMAN var. TransHumanizm’in ürettiği BİREY’lere dönüştü GENDER GENOM NESNE’ler. Poetika diliyle dünden bugünün politikalarına, politikacılarına , şairlerin dili ile bir ışık tutayım istedim. Selam ve dua ile.