Lüks aracında kokain çektiği anlara ait görüntülerinin sosyal medyada yayınlanması üzerine gözaltına alınan Ak Parti’de görevli olduğu anlaşılan Kürşat Ayvazoğlu, adlî kontrol şartıyla serbest bırakılmıştı. İfadesinde "Çektiğim kokain değil, pudra şekeriydi" demişti. Fakat araçtaki arkadaşlarının bu ifadeyi yalanlamasının ardından yeniden gözaltına alındıktan sonra tartışmalar yeniden alevlendi. Manevî sosyal hizmetler alanında çalışmalar yapmış olan bir sosyal bilim insanı olarak şunu baştan ifade etmek isterim. Suç teşkil eden her bir olay, şahsî olduğu kadar insanî yönden de üzücüdür. Çünkü ister kanunen suç olsun veya olmasın manevî ve fıtrî yönden her bir sapkın olay, sadece kişinin içinde bulunduğu psiko-sosyal hâlini göstermez aynı zamanda toplumsal yapının ne kadar bozulduğunu da yansıtır.

Bir insan, suçüstü yakalandığında psikolojik olarak belki de utancından dolayı suçunu ilk başta itiraf etmek istemez. Ne var ki gerçekler ortaya çıkınca başta idareciler, sosyal bilimciler, ilahiyatçılar ve psikologlar olmak üzere hepimizi derinden düşündürmelidir. Muhafazakâr ve dindar bildiğimiz bu AK gencin uyuşturucu kullanmasının bir istisanî vakıa olmadığı anlaşılmaktadır. Nitekim Kürşat Ayvazoğlu, Twitter hesabı üzerinden "Ailesi Aracılığı İle Kaleme Aldığı Açıklama”da pişmanlığını dile getirirken, şu çarpıcı sözleri, durumun daha da vahim olduğu anlaşılmaktadır:

“Şu anda herkes bana söylenmesi gerek bütün kötü sözleri söyledi. Belki daha da söyleyecek. Oysaki benim durumunda yüzlerce genç var, birçoğu nüfuzlu ailelerin çocukları. Benim gibi yolunu şaşırmış, bu dünyanın içinde savrulup duran birçok genç var.”

İlginç değil mi? Dindar genç nesil yetiştirme niyetiyle yola çıkmış ve Hz. Ömer kalitesinde genç yöneticiler arayan AK Partinin gençlik kollarında Millî Görüşün temel ilkesi olan “önce ahlâk ve maneviyat” ekseninde gençlerin pek olmadığını görmekteyiz. AK Parti de aslında bu kötü gidişatının farkında. Başta Milli Görüş Gömleğinin çıkartıldığı ve bunun yerine muhafazakâr demokratlığa yelken açıldığı ifade edildi ama son dönemlerde her nedense Refah Partisi yılları hatırlatırcasına 90’lı yılların ruhu baz alınmaya başlandı.

Kendi Gölgesinden Korkan Bakanlar

Peki, nasıl bu duruma gelindi? Size bununla ilgili birkaç örnek vereyim: Bendeniz bu hükümete 2004-2010 yıllarında engellilik alanında danışmanlık yaptım ve sosyal bakım modeli ihtiva eden Engelliler Kanunu çıkarttıktan sonra manevî bakım modelinin de sağlık ve sosyal hizmet alanında uygulanması için gayret gösterdim. Lakin bürokraside yerleşmiş geleneksel yapı, bunu engelledi ve o dönemlerde ben Başbakan olan R.T. Erdoğan’a bu durumu izah eden bir mektup yazdım. Bunun üzerine ilgili Bakan Hanımla görüştüm ve kendisine maneviyat ekseninde bir sosyal hizmet açılımının nasıl olması gerektiğini anlattım. Bakan Hanımın etkilendiğini görünce, “bunları lütfen Başbakanımıza anlatın ve uygun görülürse bana ona göre daha etkili bir pozisyon verilsin” dedim. Bakan Hanımın acziyet içeren ifadesi şu oldu: “Ay, ben bunları reise nasıl anlatıp onu ikna edebilirim ki?” Bir Bakan Hanım, söylediklerimin doğruluğunu ve gerekliliğini gördüğü halde bunu Başbakana iletme konusunda tereddüt yaşıyor. Bu bize ne gösteriyor? Yorum yapmak isterdim ama biraz sizler de düşünesiniz istedim…

Dava Adına Güç Peşinde Koşan Genç Yöneticiler

Her bir siyasî partinin bir “davası” vardır. Bunu nasıl mı öğrenebiliriz? Tüzüğüne bakarsınız anlarsınız. Bir de yazılmamış kutsal gibi algılanan dava daha vardır. İşte bu dava uğruna, beyaz kefen bile göze alınabilmelidir. Kimin için, ne için? O tarafı biraz muğlak. Üniversite yıllarımda çalışkanlığı ile çok takdir ettiğim ibadetlerini aksatmayan bir öğrencim vardı. Annesi AK Parti il kadın kollarında aktif idi. Bir gün bu öğrencim bana geldi ve yaşadığı bir olayı anlattı: “Hocam, geçenlerde kızlı erkekli AK gençlerle birlikte il dışı bir programa katıldık. Dönüşte namaz vakti geçeceğini görünce bunu gençlik başkanımıza söyledim ve mola verilmesini istedim. Ama o, bana davanın ehemmiyetinden bahsetti. Ben de ne yapayım otobüste koltuğumun üzerinden oturarak kıldım.” Yorumu yine siz yapınız lütfen.

İş Bulmak Ümidiyle AK Parti Gençlik Kollarına Kayıt Yaptıran Öğrenciler

Daha geçen hafta yüksek lisans yapmış eski öğrencilerimden birisi, beni aradı ve iş aradığını söyledi. Ne yaptığını ve İş-Kur’a müracaat edip etmediğini sordum. Bana aynen şöyle dedi: “Hocam, siz de biliyorsunuz, iş bulmak için artık güçlü bir referansa ihtiyaç var. Bana Ak Partiye gitmemi ve kayıt olmamı istediler. Ne yapayım. Kayıt olayım mı?” “Neden bunu bana soruyorsun?” dedim kendisine. Biraz vicdan azabı duyarcasına şöyle cevap verdi: “Şey, ben kayıt oldum da.” dedi. Bunun üzerine “inşallah hayırlı olur” dedim ve kulluk görevlerini hiçbir zaman ihmal etmemesi gerektiğini söyledim.

Dairevî Varlık Tasavvuru Gerçek Mi Oluyor?

Verdiğim şu bu birkaç örnek bize ne gösteriyor? Gençlerimizin siyasetle ilgili olmaları aslında tavsiye edilmesi gereken bir konudur. Ancak siyaset, (başkalarına) hizmet için bir araç olarak değil de kendi bireysel amaçların yerine getirilmesi için, bir amaç olarak görüldüğünde ciddi bir ahlâkî sorun ile karşı karşıya gelmiş oluruz. Çaresizlikler, insanı bu noktaya götürebileceği gibi insan, nefsini tatmin etmek ve güçlü görünmek için de böyle bir yola girişebilir. Nitekim Kürşat Ayvazoğlu, bunun tipi bir örneğidir. Şu ifadeler, bunu teyit ediyor:

“Daha fazla güçlü görünürsem her kapının açılacağını düşündüm. Şimdi, çok yanlış olduğunu anladığım bu durumun içine sürüklendim. Daha fazla nüfuz sahibi olma, olduğundan farklı görünme çabasıyla gücün yanında görünme, hükümetteki güçlü insanlarla fotoğraf vererek kendime yeni kapılar açma düşüncesi beni her gün başka bir yanlışa sürükledi.”

Güçlü olmayı, dünyevî fırsatlarda arayan bir gençlik. Dünya adına bir şeyler elde edebilmenin yolu da iktidarda olan ve siyaseten en güçlü parti olan AK Parti’de gören bir gençlik. AK Parti teşkilatı, bu heveslerle gelen gençlerin ruh halini okuyamamış olacak ki onlara bu fırsatı sağlamış. Üstteki güçlü siyasetçiler de mi yoksa aynı duyguları içlerinde besledikleri için, bu rahatsızlığı görememiş olabilir mi? Güçlü olmak duygusu, niyete göre farklı anlamlar taşıyan bir olgudur.

Hani bir tabir vardır: “Kontrolsüz Güç, Güç Değildir”. Şöyle açıklayalım bu sözü: Nefsanen kontrol altında tutulamayan ve dolayısıyla hayır için sarf edilmeyen güç, hem güçlü olmak isteyen kişi, hem de toplum için bir zulümdür. Bu zulmün varlığını hissedemeyen bir yapı da er veya geç yok olmaya mahkûmdur. Hadiseye dairevî varlık tasavvuru açısından baktığımızda bu durum, iktidarda olan AK Parti için de geçerlidir. Bu teoriye göre başlangıçlarla bitişler arasında ayniyet ilişkileri söz konusudur. Yani bir şey başladığı gibi biter. Bu bitiş süreci, ahlâkî ve manevî değerlerden ne kadar uzaklaşılırsa o kadar hızlanır. İlahî takdir bu şekilde tecelli eder.