İlgili haber için tıklayınız...

Önemli bir açılış veya program olduğunda âdet üzere ilk sıralarda hep büyük insanlar oturur. Büyük insanlardan kastım, makam sahibi olan idarecilerdir. Mesela bu kategoriye sırasıyla Cumhurbaşkanı, Bakanlar, Milletvekilleri, Valiler, Belediye Başkanları vb yöneticiler girer. Bununla ilgili olarak da sıkı protokol kuralları uygulanır. Anlayacağınız, protokolde yer almak, hem makamın zahirî önemini yansıtır, hem de makam sahibine ayrı bir özellik kazandırır.

Ne var ki hep önemli bir pozisyonda olmak, hep ön sıralarda oturmak, hep takdir görmek, hep özel ilgi görmek ve hep alkış görmek, bazen kişiye sıkıntı verebileceği gibi tam aksine kişinin nefsini de okşayabilir. İşte makamın ve makam sahibi olmanın sağladığı özel avantajlar sayesinde kişi, makamın sorumluluğunu unutmaya başlar ve kişi üstünlük kompleksine kapılabilir. Bu da onun gururlu ve kibirli olmasına yol açabilir. Makamını sevmeye başlar ve ondan kopmamak için, hemen her şeyi göze alabilir.

İslâm âlimleri, makam-mevki sevgisine bağlı olarak bu durumu, riyaset olarak tanımlamıştır. Riyaset, “Halka Hizmet, Hakka Hizmet” anlayışından uzaklaşan bir idarecinin kalbinde oluşan manevî bir hastalık ve sosyal sapkınlıktır.

Yöneticilerde bu manevî hastalık var olduğu sürece kamusal hizmetler de o nispette aksar, bunun yerine idarî ve toplumsal kaos hâkim olur. Bazen bu kaosu bizler basit bir törende dahî görebiliyoruz. Mesela makam sahibi bir yöneticinin alışmışlığın bir devamı olarak protokolde bir sıra önde oturma isteği ve(ya) ısrarı, hem bu manevî hastalığın tahrip edici bir tezahürünün, hem de güzel bir organizasyonun nasıl bir devlet krizine dönüştürülebileceğinin bir göstergesi olabilmektedir.

Bu yönüyle riyaset, azgınlığa ve taşkınlığa yol açan tehlikeli bir sosyal hastalıktır aynı zamanda. Peygamberimizin (sav) “Dini ve dünyası sebebi ile kişinin insanlar tarafından parmakla gösterilmesi, şer olarak kendisine yeter.” sözü de tam da riyaset hastalığına yakalanmış kişiler için sarf edilmiş anlamlı bir ihtar sözü olmalıdır.

Yöneticilerimiz Riyaset Hastalığından Nasıl Kurtulabilir?

Manevî ve bunun dış yansıması olarak sosyal hastalıkların teşhisini koymak oldukça kolaydır. Riyasette hırslı bir kişide baş olma ve gücü temsil eden önemli bir makamı elde etme düşüncesi vardır. Buna sahip olan bir kişi, nefsin istek ve arzuları doğrultusunda hareket etmeye başlar, haram olan şeylere tevessül eder, adaletten uzaklaşır ve zulmün bir parçası olur. Onun için ne pahasına olursa olsun makam sahibi olmak isteyenlere, önemli mevkilere getirilmeleri sakıncalıdır.

Yetenek, ehliyet ve liyakatin yanında kişide mutlaka sosyal, ahlâkî ve manevî meziyetler de aranmalıdır. İdeal bir yönetici, aranan klâsik şartların yanında mütevazı ve vakarlı olabilmeli, yönetilenlerin seviyesine inebilmeli, büyüklere saygı gösterebilmeli, küçüklere yumuşak ve merhametli davranabilmelidir. Bütün bu hizmetleri yaparken, Allah’ın rızasını gözetebilmelidir.

Dürüst bildiğimiz yöneticiler, makamın sağladığı bazı imkânlarından dolayı zamanla ahlâken bozulabilir. Bu durumda sapma eğilimi gösteren bu kişilerin “emri bilma’ruf, nehy-i anil münker” yolu ile ıslah edilmeleri gerekmektedir. Nefislerini ıslah etmeyen, aslî görevlerini ihmal eden mağrur ve gururlu bürokratlar ve yöneticililer görevlerinden uzaklaştırılmalıdır.

Dünyevî makam ve mevkiler, geçici olduğu kadar maksadına uygun olarak ifa edilmediğinde manevî bir yüktür aynı zamanda. Kulluk vazifesini unutturan makamlar, uhrevî yönden de tehlikelidir. Ancak makam sevgisi ile değil de emanet şuuru ile görevlerini hakkıyla yerine getiren şuurlu yöneticiler, imrenecek kişilerdir. Nitekim Peygamberimiz (sav), “Yedi sınıf insan vardır ki, arşın gölgesinden başka bir gölgenin olmadığı günde Allah o kişileri arşının gölgesinde gölgelendirir.” derken ilk sırada “âdil idarecileri” saymıştır.

Öyle ise makam sahibi kişiler, riyaset hastalığına yakalanmamak için, adalet çizgisinden hiç ayrılmamalıdır. Şu da bir gerçek ki adaleti korumak ve adaletle hükmetmek, Allah sevgisi ve korkusu ile yakından ilgilidir. Bir başka ifadeyle âdil bir yönetici olmak, ancak Allah korkusu ile mümkündür. Çünkü Allah, Kuran-ı Kerim'de şöyle buyurmaktadır:

“Allah katında en değerliniz, en çok Allah'tan korkanınızdır.” (Hucurat:13).

Devletin itibarını korumak ve devlet millet kaynaşmasının sürdürebilirliğini sağlamak için, ehil, alçak gönüllü, âdil ve duyarlı yöneticilere ihtiyaç vardır. Kısacası bize kötü idare edebilirim endişesinden dolayı Allah’tan korkan güzel ahlâk sahibi gerçek idareciler lazım. Protokolde en ön sırada olmak değil halka hizmette öncü olmak isteyen ideal idarecilerin bizi idare etmelerine hasretiz.

Prof. Dr. Ali Seyyar