Çevirmen ve öykücü Kamuran Şipal, geçtiğimiz perşembe günü İstanbul’da öldü.

Garip bir paradokstur: Tanıdığımız birinin ölüm haberini aldığımız anda, onunla ilgili zihnimizin karanlıklarına gömülmüş hatıralarımız hemen yüzeye çıkıverir ve ölüm ile bu türden bir hareketin berzahında, öleni hatıralarıyla kendi canımızda canlı tutarız.

“Ölenin ardından yazı yazmak aslında kendini anlatmaktır” şeklindeki genel hükme bağlı kalarak, yaşarken tanıdığım Şipal’le ilgili tüm hatıralarımı sayıp dökmek niyetinde değilim. Sadece şahsiyeti hakkında bir beyana vesile olması bakımından, şu kadarını nakletmek isterim:

Şipal ile 2000’li yılların başında beni telefonla aramasıyla tanışmıştım. Yeni Türk Edebiyatında Öykü (Şule Yayınları) adlı çalışmamda kendisine yer verdiğim için, nezaket göterip, teşekkür etmek için aramıştı.

Sonrasında telefon görüşmelerimiz ara ara devam etti. Sanırım 2008’de, benden bir istirhamda bulunacağını belirterek yüzyüze görüşmek istedi.

Kocamustafapaşa’nın ara sokaklarında, onun müdavimi olduğu bir mahalle kahvesinde buluştuk. Bir Alman yazarından yaptığı ve Selim İleri aracılığıyla bir yayınevine teslim ettiği çevirinin, yayınevinin el değiştirmesi nedeniyle kaybolduğunu söyleyerek, bulunması konusunda yardımımı istemişti.

Şipal, görüştüğümüz ortamın mütevazılığıyla azami uyum içindeydi. Kısık sesle, özellikle de talep kipinde konuşurken, yüzü mahcubiyetle gölgeleniyor, bir küçük memur ürkekliğinin jest ve mimiklerine yansımasına engel olamıyordu.

Okey taşlarının şakırtıları arasında, ne dediğini duyabilmek için kendimi zorladığım Şipal, hiç de Kafka çevirmeni ve ’50 kuşağından ünlü bir öykücü gibi görünmüyordu; halktan biri olarak, azami sadelik içinde, adeta Anadolu’nun kavruk insanını tek başına temsil ediyordu.

Benim daha onu tanımadan seçkin bir öykücü olarak zihnime kazımamın nedeni de bu değil miydi zaten? ’50 kuşağı öykücüsü olduğu halde, Faşist-Solun, halkı küçümseyen bakışına, din düşmanlığına hiç katılmamış, Nişantaşı’nın som cahil ama her konuda gevezelikde mahir entelleriyle çağdaşlık parodisi oynamamış, Kocamustafapaşa’da, ta Yelken dergisinden tanıştıkları, merhume Afet Ilgaz ile dostluğunu sürdürmeyi tercih etmişti.

İlk yüzyüze görüşmemizden sonra, Şipal ile telefonla süren irtibatımız, Gezi Eşkıya Kalkışmasıyla birlikte bitti.

Tahmin edilebileceği gibi, Şipal, asla Gezici eşkıyadanyana olmamıştı, ama ahlak sahibi birkaç Solcuyla birlikte oluşturmaya çalıştığımız gri alanın, yine onların eliyle Gezi’de hoyratça tahrip edilmesi sonucunda oluşan kırgınlığım, az ya da çok Sol tanımlı herkesi kapsayıverdiğinden, Şipal’i de aramadım. Doğrusu yaşça küçük olduğum için benim onu aramam gerekirdi, ama ben aramayınca o da beni aramadı.

Hatıralarımı burada kesip, Şipal’in çevirmenliğine ve öykücülüğüne gelecek olursam:

Şipal’in, Almanca’dan çevirileri, sorunlu çeviriler olarak eleştirilirdi. Buna rağmen Kafka başta gelmek üzere Thomas Mann, Hermann Hesse, Rainer Maria Rilke, Elias Canetti, Carl Gustav Jung, Heinrich Böll, Alfred Adler, Wolfgang Borchert, Sigmund Freud, Günter Grass, Robert Musil v.b. önemli yazarları benim kuşağım onun yaptığı çeviriler sayesinde okumuştu. Yanlış okuduk ya da doğru okuduk bilemem ama Kafka ve Canetti özelinde söyleyecek olursam, en azından Yahudi teolojisiyle modern roman ilişkisinin ilk ve en sıhhatli örneklerini benim kuşağımın Şipal’in çevirileriyle öğrendiği aşikardır.

Şipal’in öykücülüğü ise, kimi eleştirmenlerin fazla Kafkaeks bulmalarına rağmen, daima teslim edilmiş bir hak olarak görüldü.

Şipal’in öykülerini eşzamanlı ve karşılıklı tartışarak okuduğumuz merhum Ramazan Dikmen, onun Köpek İstasyonu’ndaki öykülerini değerlendirirken, Şipal’in, Buhurumeryem ve Büyük Yolculuk öykülerine göre zaman zaman dil olarak yorgunluk belirtileri gösterdiğini, yine de iyi ölçülüp biçilmiş, tüm öyküsel ögeleri yerli yerinde, kurguları sağlam yeni öyküler yazabildiğini söylemişti.

Benim görüşümse, asıl Buhurumeryem ve Yed-i Beyza öyküleriyle tanınan Şipal’in, bu öykülerine ad olan terimlerin büyüklüğünün altında ezilmekten hiç kurtulamadığıdır.

O artık öteye de geçtiğine göre, bu eleştirimi de bir kenara bırakıp, Şipal’i hayırla yad edeceğim.

Ama biliyorum ki, Necip Fazıl’dan, Mustafa Kutlu’dan birer oyunun sahnelenmesine bile tahammül gösteremeyen CHP’nin Sol-Kemalistleri, her şeyden önce halktan biri olmaları nedeniyle değerli kimi sol yazarları unuttukları, gibi Kamuran Şipal’i de çabucak unutacaklardır.