İnanmak, bilmekten önce gelir.

İnandıktan sonra bilmek, bilmeyi inanmaya tabi kılarak, inandığı konuda mutmain olmaktır.

Bu nedenle irfan ehli bilmeye ikincil bir önem vererek, inanmayı tahkikin önüne alıp, aklın değil teslim olmuş kalbin bir fiili haline getirirler. Bir şey kalbin fiili olduğunda, bilme zaten cehli talep eder; bu nedenle irfan ehlince ilim, kalp kaynağından çıkıp duyulara, akla ve tasavvura doğru bir akışı izler.

En-Nifferi, bu hususu şöyle dile getirir:

“Benim tabirimi sadece iki lisan verebilir: işareti hüccet olmaksızın ispat olan ma’rifet ile işareti hüccetle ispat eden ilim lisanı.

Marifin ma’rifeti, akan iki pınarı haizdir: İlim pınarı ile hüküm pınarı. İlim pınarının menbaı, hakiki cehldir ve hüküm pınarının menbaı da bu ilmin pınarıdır. Her kim ilim pınarından ilim alırsa, ilim ve hüküm alır; her kim ilim pınarından değil de akan ilim pınarından ilim alırsa, onu ilimlerin lisanına nakleder ve ibarelerin tercümeleri ona meyleder; o da istikrar bulmuş bir ilmi elde edemez; istikrar bulmuş ilmi elde edemeyen kişi, bir hüküm de elde edemez.”

Eserlerinde en-Nifferi’den sevgiyle söz eden Şeyh Muhyiddin’in izlediği yol da budur: Kalp, hayal hazreti, duyular ve akıl...

Fütûhât-ı Mekkiyye’den (FM; Ekrem Demirli çevirisiyle) seçtiğimiz sözlerin onuncusunu sunarken, Hazretin ilgili sözlerinden kendi anlayışımız için özel pencereler edinebilmemizin, inanma şartına tabi olduğunu yeniden hatırlatmak isteriz:

Şeyh Muhyiddin diyor ki:

“Akıl neyi aklettiğini bilir. Bu itibarla akıl bir örtüdür. Çünkü kaydından kurtulmaya gücü yetmez. Akıl, oluşla (kevn) bağlanmış ve sınırlanmıştır. Aklın kaydından kurtulmuş heva da hakikati görür. (..) Hevadan başkası yoktur, emir onun emridir. Akıl heva gücüne muhtaç ve onun önünde hizmetkardır. Tasarruf, doğruluk ve doğrudan uzaklaşmak heva gücüne mahsus işlerdir. Bilgisi yüce olduğu için hükmü geneldir. Akıl, fikir düşüncesiyle ve nakil sayesinde ona baskın gelirken, onu kalplerde perdeleyen şey sadece isimdir. Her şey onun hüküm ve yetkisine bağlıdır.” (FM, 18:16-17)

“Hak’tan gelen (ilhamlar), bulutlarını yağdırmaksızın gitmezler. Bulutlardaki yağmurun yağmasıyla ortalık aydınlık dolar, bulutlar gider, ortalık açılır, yeryüzü kendi haberlerini söyler, perdelerini kaldırır, sınırlarını izhar eder, toprak nur ışıklarının vurmasıyla çiçekleri ortaya çıkartır.” (FM, 18:17)

“Ameller, Sidre-i Münteha’yı aşamazlar. Binaenaleyn ameller, diriliş gününe kadar maksatlarının bulunduğu yerde değil, işlendikleri yerde bulunurlar.” (FM, 18:23)

“Aslan, himmeti yüksek olduğu için kendi ormanını bırakmaz.” (FM, 18:45)

“Fıtrat bilgisi, Allah’ın var olduğunu bilmektir, O’nun bir olduğunu bilmek değildir.” (FM, 18:62)

“Bir kimse düşmanına acı vermek üzere intikam almaz; sadece intikam aldığı kişi vesilesiyle nefsini rahatlatmak için intikam alır.” (FM, 18:77)

“Bir şeyin yüzü, onun hakikatidir.” (FM, 18:79)

“Seven, başkasında kendisini sever. Başkasını sevmek söz konusu olmadığı gibi, hiçbir şekilde başkası sevilmez, çünkü başkasını sevmede hayır yoktur. Onda bir hayır varsa, hayır sevene döner. Demek ki insan ancak kendini sevmiştir, çünkü sevgide hayrın ve iyiliğin kendisine dönmesini talep eder.” (FM, 131-132)

“Hitap, konuşanın değil, dinleyenin değerine göre ortaya çıkar.” (FM, 18:134)

“Kuruntular, aldanış demektir.” (FM, 18:135)

“Hüküm bakmaya tabiyken, bakış da bakılanın zatından verdiğine göre hüküm verir.” (FM, 18:137)

“Açık konuşmak ve fısıltı nefsin lafzıdır.” (FM, 18:143)

“Herkes kendi hakikatine göre amel eder.” (FM, 18:186)

“Sözü amelinden sayanın sözü az olur.” (FM, 18:192)

“Güzel ahlak, kendisine karşı uygulandığı kişinin hallerine göre tezahür eder.” (FM, 18:217)

“Bir insanla hasımlaşırken ona karşı aşırı gitme.” (FM, 18:236)

“Din, samimiyet ve öğüt demektir.” (FM, 18:239)

“Mazlumun bedduasından kork çünkü onun bedduasıyla Allah arasında hiçbir perde yoktur.” (FM, 18:268)

“Zan sözün en yalan olanıdır.” (FM, 18:319)

“Bir dil değil kulak olmanı tavsiye ederim.” (FM, 18:370)

“Ebu Yezid Bestami: Siz ilminizi ölümlülerden, biz ise ölümsüz Diri’den almaktayız.” (FM, 1:73)

“Davranışımız, yazılmış bir tanıklıktır ve ondan sorumlu tutulacağız.” (FM, 1:74)

“Tevatür, bilgiye ulaştıran yollardan birisidir. Bilgiden amaç, kuşku ve tereddüt olmaksızın, bilinen şeyin bildiğimiz tarzda olduğuna dair kesin kanaatten ibarettir. (Söz konusu kanıt Kur’an’dır).” (FM, 1:83)

“Varlığı bir şeyin yokluğuna bağlı olan şey, söz konusu şey yok oluncaya kadar var olmaz.” (FM, 1:97)