Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca yayıncılık sertifikası verilmiş yayıncılar tarafından basılan kitap ve süreli yayınlar, 1 Şubat 2019 günü itibariyle KDV istisnası kapsamına alındı.

Başkan Erdoğan’ın, Atatürk Kültür Merkezi’nin temel atma töreninde, uygulamanın kapsamının genişletileceğini söylemesinden sonra, kitapların dağıtım sürecinde rol oynayan diğer unsurlardan da KDV’nin kadrılması için başlatılan çalışmalar, birkaç güne kadar gerekli yasal çerçeveye kavuşturulacak.

Bunun tercümesi şudur: Başkan Erdoğan’ın söyleyişiyle “çok okuyan bir toplumun inşasına katkıda bulunma” konusunda devlet üzerine düşeni yapmıştır. Sıra yayınevleriyle kitap dağıtım ve satıcılarındadır.

Zikredilen esas ve çerçevede KDV’nin kaldırılması, sermaye yönünden güçlü yeni yayınevlerinin kurulmasını beraberinde getirebilir mi? Bunu zaman içinde göreceğiz. Zaten kimi bankaların, büyük medya kuruluşlarının, kitap basım ve satışında KDV’nin kaldırılmasıyla ilgili bir öngörüleri de söz konusu olmaksızın, bir yıl öncesinden yayıncılığa başladıkları malumdur.

Bu fiili durumun, daha bir yıl gibi kısa bir sürede yerli yayıncılıkta olumlu sonuçlara neden olduğu da görülebilmektedir. Örneğin, bu sayede, her şeyden önce yazarların yıllar yılı müşteki oldukları telif hakkı istismarı büyük oranda önlenmiş, telif ve çeviride kalite yönünden rekabet hız kazanmıştır.

Butik yayıncılığın, büyük sermayenin yayıncılığından olumsuz etkileneceği ise aşikar. Zira Türkiye şartlarında yayıncılık, geçmişte olduğu gibi bugün ve yarın da kar bütçesiyle değil ancak zarar bütçesiyle yapılabilir. Büyük sermaye bunu göze alabilmesine rağmen, yine de kar etmeyi hedefleyeceğinden, yazar transferinden market satışına kadar.. agresif bir tutumla piyasaya hakim olmaya çalışacak, dolayısıyla bu yöneliş Butik yayıncıların sektörden çekilmesini beraberinde getirecektir.

Buradan bakıldığında, her şartta büyük sermayenin yayıncılıkta avantajlı olduğu düşünülse de, yayın sektörünün müzminleşmiş kimi girdablarının onları da fazlasıyla meşgul edeceği ortadadır.

Örneğin, “çok satan kitap basma” bizim camiamızın meselesi değildi; yazar zatının ve düşüncesinin (yazarlık kabiliyetinin) kalitesince ortada olur, ilgilileri de bunlar bağlamında yazara ve eserine teveccühte bulunurdu.

Ne zaman ki, başkalarının sırtından kazandığı parayla varlık göstermeyi yöntem olarak benimseyen FETÖ’nün bu maksatla kurduğu (ya da kurdurduğu) sermayesiz yayınevleri, hem sabit giderlerini karşılamak hem örgüte maddi katkıda bulunabilmek için yeni pazarlama numaralarına başvurunca, mevcut yayıncılık ahlakı da bundan olumsuz etkilendi. FETÖ iltisaklı yayınevlerinin söz konusu numaralarının başında ise, 1- meşhur yazarları transfer edip, reklam ve ekran desteğiyle kitaplarının satışını patlatmak, 2- örgütçe seçilmiş kimi yazarları, masada şişirilmiş baskı adedleriyle büyüterek yazarlık ve yayın piyasasını manipüle etmek geliyordu.

FETÖ iltisaklı yayınevlerinin büyük bölümü kapatıldı; kendilerini saklayarak kapatılmaktan kurtulanlar ise, zikrettiğimiz iki aktivitelerinin sona ermesiyle akarları kesildiği için, ciddi planda maddi zorluğa düştü. Fakat, bunların neden oldukları ahlaki yıkım yayın piyasasına yapışıp kaldığından, bu sorun yeni (büyük sermayeli) yayınevlerine miras kaldı.

Şöyle ki: Büyük sermayeli yayınevi olmak, aynı zamanda tanıtım ve reklam gücüne sahip olmakla eş anlamlı görüldüğünden, kimi yazarların çok satma umudu yükseldi ve zaten çok satan yazarlar da satış rekorları kırma hayaline kapıldı.

Dolayısıyla, şimdiki durumda sermaye yayınevleri, hem çok satma umudu kırılan hem rekor satış hayalleri gerçekleşmeyen kimi yazarlarıyla imtihan olmak gibi bir sorunla yüzyüze geliverdiler.

Bu sorun nasıl aşılır? Elbette, yayıncılık ahlakının yeniden tesisi ile aşılır. Ancak, ahlaklılık satarak çok satan yazarlık ünvanını elde edenlerinbu ahlaka razı olması biraz zor görünüyor. Bu durumda geriye, büyük sermaye yayınevlerinin, yukarıda da zikrettiğimiz gibi, kardan çok zararı kabullenen ilkeli bir yayıncılığı esas almalarını beklemekten başka şey kalmıyor. Ne var ki, onların da bu yolla kapitalist çarkın doğal işleyişine direnmeleri zor göründüğünden, son tahlilde “iyi olan kazansın” diyen okur tercihine sığınmak makul bir sonuç gibi duruyor.

Ezcümle; devlet, kültürel hayatın kitapla ilgili kısmını problemsiz hale getirmek için üzerine düşeni yapsa da, yayıncılık ahlakındaki müzminleşmiş sorunlar ve kimi yazarlardaki aşırı tamahkarlık, yayıncılığın ağız tadıyla, kendi dinamiklerine tabi olarak (profesyonelce) yapılmasında ciddi bir engel.