“Dünya sorunu” diyor Maurice Merleau-Ponty, “ve başlangıç olarak kişiye has beden sorunu şundan ibarettir: her şey onda ikamet eder.”

Bedenin ikamet yeri, dolayısıyla mekan ve zarf olduğundan kimsenin kuşkusu yoktur. Sorun onun fiziki mekandan farklı bir mekan, fiziki zarftan farklı bir zarf olmasında da değil. Asıl sorun bunların (insan olmaklığın) neliğinde ve sınırlarının tayinindedir.

Zira insan:

1-Kendisinin sahibidir: Duyuları, aklı, hafızası, idraki, erki.. kendisinde verilidir.

2-Kendisinin kiracısıdır: Doğma ve ölme, hatıra biriktirme, unutma, kimi bilgileri / deneyimleri bastırma ve ancak gerekli olduğunda kendi görüşüne (idrakine) açma, utanma, arzulama, sevme, yönetme, yönetilme.. kendisinde imkandır.

3-Dünya insanın kaderidir; onun kader oluşuna mahsus hakikatin, hikmetin ve bunlara dair şuurun ve sair cihetlerin keşfi, açığa çıkarılması sadece insanla / insanda / insan içindir.

4-İnsan aynı zamanda hem tikel olarak kendi kendisinin, hem tümel olarak insanlığın kaderidir, ki, bu manada insan hem müstakil, hem insanlık zincirinde bir halka olarak ferdiyetin ve cemiyetin esasıdır.

5-İnsan kendisinin sınırı ve sınırsızlığıdır; dolayısıyla bunlar kendisine malum ve kendisine meçhuldür; zira varlığının anlamı kendisinden başlayıp kendisinde sonlanır, kendisinde açılıp kendisinde kapanır.

6-Bu nedenle insanın önce kendini tanıması asıldır; ancak kendini tanıyan insan, onu insan kılan Mutlak Gücü tanır; ki sadece bu tanıma insanı hem fert hem cemiyet olarak kesintisiz bir sorumluluğun içine çeker.

İnsanın kendisini tanımasına dair ilahî ve beşerî (dünyasal) her tür fiili ya da potansiyel bilginin içten (insandan) dışa (doğaya) doğru açığa çıkarılması, ilgili deneyimlerin (zihniyet, kültür vb. yaşama biçimlerinin) kayıt altına alınması, son tahlilde yine insan içindir. Zira, insanın insandan başka gerçeğinin ve onun ahiretinin tarlası olarak dünyadan başka bir yerinin olmayışı onun için azami huzur, refah, ibadette rahatlık, birlikte yaşama.. arayışını zorunlu kılar.

Bunlardan bakıldığında, insanın kendisini tanımasına hizmet etmiş ve edebilecek (ontolojiler başta olmak üzere) her türlü çaba makbul ve muteberdir. Zira insana önce kendi insanlığı gereklidir.

İnsanı insanda açmak (aydınlatmak) yerine, insanı insan kılan Mutlak Güç ile çatışarak, onun şeriatını sorgulama konusu yaparak insanı anlayabileceğini zannetmek koyu bir gafletten ibarettir.

“İnsanı insanda açmak” dediğimizde, yukarıdaki sınır vurgumuzla birlikte “insan bu, meçhul” demiş ve dolayısıyla meçhuldeki malumu elde edebilmek için metafiziğin alanına girmiş oluruz. Metafiziğin kendisi de sonu gelmeyen bir arayış olduğundan, insanın insanlığına dair idrakin sonsuzluğunu kendi cinsinden bir şey içinde aramada isabet kaydetmiş oluruz.

Bu manada metafizik dünyanın dışını, üstünü, ötesini, ilerisini bilmeye dair bir bilgiden ibaret değildir, bilakis dünyayı da dünya olmaklığı bakımından kapsayan mümkün ve muhtemel dünyasallıkların bilgisidir ki, ancak buradan (yüz yüze olunandan, insanın kendisinden) hareketle oranın, dışın, üstün, ötenin bilgisine erişebiliriz.

Bergson’un kelimeleriyle, “...bir realiteye, onu izafî olarak bilmek yerine, mutlak olarak malik olmanın, onunla ilgili bakış açılarına yerleşmek yerine bizzat kendisine yerleşmenin, onu analiz etmek yerine sezgisini elde etmenin ve nihayet onu her tür sembolik ifadenin, tercümenin ya da temsilin dışında sezmenin bir yolu mevcutsa, metafizik bu yolun ta kendisidir. O halde metafizik, simgeleri aşma iddiasında olan bilimidir.” (Metafiziğe Giriş, çev.: Atakan Altınörs, Paradigma Yayınları, İstanbul 2011)

Metafiziğin sezgiyle kayıtlı hale getirilmesine de itiraz eden Heidegger, ilgili bilgiye ulaşmanın, tanımlarda dile getirilen şekliyle çok da kolay olmadığını söyleyerek Varlık ve Zaman’ının sondan bir önceki paragrafında, şu ayartıcı yargıya ulaşır:

“Varlık ‘idesinin’ menşeini ve olanaklarını araştırabilmek formel-mantıksal ‘soyutlama’ araçlarıyla asla mümkün değildir. Bunu yapabilmek için öncelikle soru ve cevap ufkunu teminat altına almış olmamız gerekir. Yapılması gereken şey, ontolojik fundamental soruyu aydınlığa taşıyacak bir yol aramak ve onu katetmektir. Bu yolun yegane yol olup olmadığına ve hatta doğru olup olmadığına, onu katettikten sonra karar vermek mümkündür. Varlığın yorumuna ilişkin kavgayı çözebilmek mümkün değildir, çünkü bu kavga henüz başlamamıştır bile.” (Çev.: Kaan Ökten, Alfa Yayınları, İstanbul 2018)

Kavgayı bilemem ama konu insanın insanlığını (varlığın varlığını) bilmesiyle ve bundan hareketle (en geniş anlamıyla) dünyayı (ve buna bitişik olarak ahiretini) inşa etmesi (zihniyetleri, kültürleri, cemiyetleri, devletleri ve medeniyetleri kurması, izlemesi) olunca, sözün bitmeyeceği malumdur.

O halde bu konuyu işlemeye devam edelim inşallah.